Bugün sizlere yayımlanışını Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları’nın üstlendiği , Ahmet Cemil’in Almanca aslından çevirdiği şu an için
16. Basımı yürürlükte olan Stefan Zweıg’ın
“ Modern Klasikler Dizisi – 22 “ seri numaralı Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu kitabını elimden
geldiğince anlatacağım .
Kitap , günümüz tiplemesi ile her gece başka bir kadını
yatağına alan , tanınmış , ün sahibi , edebiyattan geçinen aynı zamanda
zerafetini ve kibarlığını da elinden düşürmeyen bir yazarın kendisine deli gibi
aşık olduğu kadının yazdığı mektuptan ibaret .
Gezi seyahatinden dönen R. kırk birinci doğum günü olduğunu
garda satın aldığı gazete sayesinde idrak eder , sonrasında bir taksi tutup
evine gider . Tepsi dolusu gelen postaları yavaştan göz üstü inceleyen R. uşağının
getirdiği çayın peşisıra purosunu yakar ve yazısı yabancı olup epey kalınca
duran ve bu yüzden kenara ayırmış olduğu mektuba uzanıp analizler yapar .
Huzursuz bir kadının elinden aceleyle kaleme alınmış yaklaşık 24 sayfalık bir
müsvedde gibi duran bu postanın bulunduğu zarfı biraz daha yoklayan R. açıklayıcı
bir yazı bulamayınca meraklanır . Adres veya imza barındırmayan bu mektubun
başına hitaben ; “ Sana , beni asla
tanımamış olan sana . “ sözleri yazılıdır . R. ansızın uyanan merakına yenik
düşer ve okumaya başlar .
Bana göre kitabın kırılma noktası tam da burası . Sonuçta R.
gelen diğer yüzlerce posta gibi bunu da bir kenara atabilirdi . Ama dikkatini
çekmesi ve meraklanıp okuması ; işte zannımca bu hikayeyi oluşturan ana duygu
tam olarak bu .
Dün gece çoçuğunu kaybeden ve 13 yaşından beri R.’ye aşık
olan Hristiyan bir kadının en başından beri aşkını anlattığı mektup kitabın
tamamını oluşturuyor .
Mektup ile alakadar hatırımda kalanları ise şu şekilde
gözler önüne serebilirim ;
( Hikayede kadın karakterin adı yok , bilinmiyor . Mektup
boyu bunu bizden saklıyor . Öyle ki bu durum kitaba adını veriyor . Kitabın
özetini açıklarken kolaylık sağlaması için kadın karaktere bilinmeyen anlamında
X demek istiyorum .)
Bir sayıştay denetçisi baba ile sıradan – sonradan dul
kalmış – bir anenin sıska bir kızı olan X sessiz , sedasız bir yaşam sürerdi .
Ta ki karşı dairelerine her gece içip
içip karısını döven çirkin ve kavgacı insanlar yerine tek başına yaşayan sakin
bir yazar gelip yerleşene kadar . O saatten sonra X için herşey R. adına bir
anlama bürünmüştü . R.’yi görebilmek için sokakta nöbet tutan , geceleri
binanın holüne bakan ara boşlukta R.’nin yolunu gözleyen , kendini ona ait ve
yalnızca ona özel hisseden bir meczup olmuştu X . Gün geçtikçe R.’ye daha da
yakınlaşıyor , onun evindeki tanrı tasvirlerini , İtalyan heykellerini ,
kitapları , vazoyu beynine kazıyordu . R.’nin her halini an be an oldukça net
hatırlayan ve ona duyduğu bu tutkudan bir an olsun vazgeçmeyen X onun dikkatini
çekmek için artık üstüne başına dikkat eder , derslerine çalışır , sosyal
faaliyetlere katılır olmuştu . Aklından ona dair hiçbir şehvani rüya
geçmemesine rağmen 13 yaşa göre oldukça dolu dizgin bir hevesti bu ve anlaşılan o ki ömür boyu da devam etmiş
bu heves . 16-18 yaşları arasında dul annesinin bir adamla evlenmesi üzerine
Innsbruck’a yerleşip 2 yıl gibi uzun bir süre R.’den ayrı kalan X onu zihninde
tahayyül etmekten başka bir şey yapamıyordu . Artık R.’ye bağlanmış olan X için
ondan ayrı kalmak çok zordu . Zira R.’nin tuttuğu kapı kolunu öpen , R.’nin
ayak bastığı paspasa uzanan ve daha bir çok alışılmışın dışında şeyi yapan
görülmemiş bir aşıktı o. Üvey babasının varlıklı olması sebebiyle Viyana’ya
tekrar dönmüştü X. Burada çalışıyor , iş çıkışında da sevdiği adamın kapısına
gidip onu bekliyordu . Odanın yanan ışıklarına bakıp R.’nin varlığı ile teselli
buluyordu .Zaman geçiyor , sevda büyüyordu . Sonunda nihayet bir tanışma oldu .
Bu tanışmayı tatlı bir sokak yürüyüşü , güzel bir akşam yemeği ve harika bir
sohbet seyretti . Bunların tümünden sonra ateşli bir gece kaçınılmazdı . X
kendini tamamen R.’ye teslim edip bakireliğini o gece ona emanet etti . Bunu
aşkından yaptığını söyleyip , mektubunda R.’yi asla suçlamasada , bana tüm
bunlar düşünce açısından pek de sağlıklı gelmiyor doğrusu ...
X , R.’ye her doğum gününde gizli olarak beyaz gül gönderir
ve R.’de bunu yazı masasındaki mavi vazoya koyardı . Bu hadise her sene vuku
bulurdu . Hayat onları birden fazla kez buluşturdu . Her buluşma hazzın
doruklarına ulaşan anlamsız bir istasyon gibiydi sanki . Ama R. bu trene keyfi
için binerken , X sahip çıkamadığı ve asla pişmanlık duymadığı sevgisi için
biniyordu . Birlikte olunan sıcak temaslı gecelerden birinde bir çocuk peyda
olmuştu . X o geceden sonra doğuma kadar hiçbir erkek elinin kendisine
değmediğini söylüyor . Doğumdan sonra ise çocuğu güzel ve aydın yetiştirebilmek
için seksepalitesini kullanarak fahişelik yapıyor ve bunun adına R.’den
bağışlanma diliyor . Mektubun pek çok yerinde sen beni asla tanımadın ithamında
bulunan X her seferinde duygu , düşünce ve hislerini ustaca betimlemekten de
geri durmuyor . Yıllar sonra bir gece kulübünde tekrardan buluşup X’in hayatını
adadığı o daireye tekrardan gidiliyor ve aynı vazonun başucunda inanılmaz bir
gece daha yaşanıyor . Fakat gariptir ki R. , X’i çıplak vücudundan bile
tanımıyor , çünkü yatağı hayli ıslak .
Üstelik yetmezmişçesine sabah ona bir *rospu muamelesi yapıp X’in paltosuna para sıkıştırıyor . Tüm
bunları en gerçekçi yönüyle anlatan X mektuba başlarken de bitirirken de
çektiği acıdan ve duyduğu rahatsızlıktan bahsediyor .
Ölen çocuklarının başucunda bu mektubu yazan X , hiçbir
yaşadığından pişmanlık duymadığını belirtip , R.’ye samimi bir teşekkür ederek
mektubu noktalıyor .
Biten mektubu titreyen ellerinden bırakan R. daha sonra uzun
süre düşünse de bir türlü hatırlamıyor . Görünen tek şeyin bugünün R.’nin doğum
günü olması ve mavi vazonun boş olmasıyken , Zweıg , X ve R. bize bir selam
verip topraklarına kapanıyorlar .
Yorumlar
Yorum Gönder