Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku & İzlence - 2

Yazar adam hislerini saklamaz, saklayamaz derler. Ve sanırım bende öyleyim. Normal şartlarda aşık oluşuma yapacaktım bu filmi. Birisinde bir ömrü geçirmenin hayallerine yazacaktım işte. Bir Pomak'ta kayboluşuma konuşturacaktım kalemimi ...
Ama ayrılığın şerefine kısmetmiş.

Hayli kalabalık bir ultimetropol gününün ikindi beş çayından merhaba herkese. Bugün diyoruz ki ;
 Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku

İlhami Algör'ün romanından esinti olan bu film Çiğdem Vitrinel imzası taşıyor. Hikayeleştirme konusunda Ceyda Aşar'ın tecrübesine tanıklık ettiğimiz eser Arif'in tabiri ile sevdiği kadına derdini anlatamayan zira kendi de anlamayan bir adamın hikayesini nefis biçimde izleyenlere sunuyor.


Muhtemelen 14 saniye sonra çok klişe tabirlerle karşılaşacaksın dostum.

Başrollerini Erdal Beşikçioğlu ve Sezin Akbaşoğulları'nın paylaştığı film yan karakterleri de hesaba katınca Türk Sineması'nda kitaptan filme uyarlanan eserler arasında kalite bakımından ilk sıralara çıkmayı başarıyor.

Erdal Beşikçioğlu filmde Arif karakterine hayat veriyor. Arif Berke. Bolca yazan lakin bir türlü yazar olamayan bir adam. Bu zamanda dahi telefon kullanmıyor. Eşyalarla konuşuyor. Otelde yaşıyor. Sigarasını kendi sarıyor. Hatta bazen sarma tütünü ile sohbet ettiği bile oluyor. Siyah bir fötr şapka takıyor. Yandan asmalı havalı bir çantası var. Hele Zippo'su hiç eksik olmuyor. Ve Arif sanki tüm bunları Müzeyyen ile bir gün karşılaşacağını bildiği için yapmış gibi duruyor.


Ve tabii bir de akıllara durgunluk veren bir Müzeyyen var. Hiçbir zamana ait değilmiş gibi duran, yetişecek hiçbir yeri yokmuş gibi kayıtsız ve kaygısız yürüyen, hem başını alıp giden hem biraz sokulgan, çapkın ve hallice sadık. Müzeyyen kıskanılası bir kadın. Çünkü Müzeyyen gibi kadınlar kıskanılır. Bu kadar basit.


Filmin başlarında Arif ve arkadaşları kahve tipli bir yerde biz erkeklerin nasıl bir kadın istediği ile alakalı bir diyalog gerçekleştiriyor. Kadın dediğin güzel sevişecek abicim böyle kımıl kımıl olacak diyen var, çok konuşmasın hamarat olsun diyen var, zeki olsun alımlı olsun diyen var yani dostlar anlayacağınız var oğlu var.  

Ve ben bu sahneden dişi birey üzerine monte edilmeye çalışılmış bunca isteğe bir kinaye yapıldığı ümidi ile çıkabiliyorum ancak.
İlerleyen yerlerde kadının arkasından eve girmesini bekleyen vicdanlı taksi şoförü mevzusu ile de bir yerlere gerektiğince gönderme yapılmış olduğunu düşünüyorum.

Arkadaşının teknedeki düğün merasiminde Müzeyyen ile karşılaşan Arif vaktince ukala bir herif. Kaldığı otelde bulunan bir kadınla cinsel bir yaşantısı var. Müzeyyen de az değil hani. Akıllı bir kadın ve hem küstah da. Üstelik bunu güzellik ile taçlandıran nadir kişiliklerden.

Filmde dikkatimi çeken bir yer var. Arif bizim buralarda kadınlarımızın Ayıp-Yasak-Günah üçgeninde sıkıştırılmış bir vaziyette olduğunu fakat Müzeyyen'in bu üçgeni çoktan yırtıp yerine bir şeytan üçgeni yarattığını söylüyor. Yorumlamama izin dahi vermeden taşı yerine cuk diye oturtmuş bizim yazar Arif baksana ...


Evlenecek olan arkadaşıyla konuşurken bu ilişki denen nanenin mantıklı bir tarafının olmadığını söyleyen Arif her sabah beraber uyanma fikrinin neden bu kadar güzel gözüktüğünü anlamayanlardan.

Kitabını bastırmak istediği yayınevinin sahibi olan kadın Arif'e kitabın içindeki kadın karakterin görünür olması gerektiğine dair bir şeyler söylüyor. Arif ise kadın karaktere bilerek bir isim vermediğini söyleyerek bir şeylere dikkat çekmek istediğini beyan edince yayınevinin sahibi kadın bir ismin çok şeyi ifade edebileceğini, ele verebileceğini söylüyor. Bunun üzerine Arif kalemliğiniz çok güzelmiş diyerek konuyu kapatıyor.

Filmde insanı üzerine düşündürtecek söylemler bulunuyor. İşte onlardan bazıları;


  • İlginç bulacağına eyleme geç.
  • Bir şeyin kalp kırması için illa yanlış olması gerekmez ki.
  • Güzellik para gibi birşeydir. Ancak sahip olanlar önemsiz olduğu yalanını söylerler.
  • Üzerimizde çakma markalar, binalarda kaçak katlar, dilimizde taşeron fikirler e benim duygularım neden ithal olmasın ?


İşin en kayda değer ve belki de ironik kısmı ise filme ismini veren cümlenin muhabbet arasında gelişigüzel geçmiş olması.

Her ipini koparanın kitap çıkardığı ve yazmayı kıymetsizleştirdiği bugünlerde ise sıradan kitapların arka kapaktaki tanıtım cümlelerine Arif'in verdiği güzelim bir tepki var ;
Hass*ktir la !

Arif'in filmin sonlarında basmayı başarabildiği roman hakkında Müzeyyen'in tüm gönül ilişkilerindeki standart erkeği özetlediği bir yorumu var ki sormayın gitsin.

Dedik ya kıskanılası bir kadın Müzeyyen diye. Ama Arif de bu kıskanç adam triplerinin bitmez bir çile olduğunun farkında. Lakin ne fayda. Yalnız yaşayan bir kadının evinde bulunan tıraş köpüğü, ya da Müzeyyen'e karşı yapılmış yatak içi fotoğraf çekimleri. Bunlar hep başka erkeklere işaretti. Arif ise kendini yiyip bitiriyordu.

Müzeyyen'in patronu Poyraz, 6 yıllık eski eşi aynı zamanda yazar Burak Tanrıverdi ve Müzeyyen'in eski sevgilisi Halil. Yanlarına bir de Arif ekleniyor. Sonrasında loş ışıkta bir masada çırılçıplak kumar oynuyorlar. Herhangi bir teşbih falan yapmıyorum. Hakikaten çıplaklar ve sadece sigara içip keskin bakışlar sergiliyorlar.

Müzeyyen babaannesini kaybedip büyük bir çöküş yaşıyor. Sonrasında Arif'i terk ediyor. Arif uzun bir süre toparlanamıyor. " Ben kendime bile sınır koymazken, senin isteklerine nasıl hayır diyebilirdim ? Bunu bana neden yaptın Müzeyyen ? " diye söylenip duruyor.

Arif'in ağlamalarını dahi görme fırsatı bulduğumuz  film sonlara doğru izleyicinin kafayı iyice çorba kazanı ediyor.


Benim sonda mutlu olduğum şey ise Arif'in nihayet kitabı çıkarabilmiş olması ve 2. baskıya 350 kala bir sahil kasabasında yayınevindeki genç kızla birlikte arkadaş ziyaretine gelmesi.

Sahil kasabasında Müzeyyen'i görmesi ve aralarında geçenler ise zurnanın zart dediği yer.

Ben öylece konuşurum, susmam. Siz iyisi mi gidip filmi izleyin. Tabi bunca spoiler'dan sonra izleyecek heves kaldıysa :)

Yorumlar