Servet-i Fünun döneminin önemli yazarı Mehmet Rauf'un Eylül
adlı eserini irdeleyeceğiz bugün. Zamanın ahlak düğümleri ve sosyal intizamı
karşısında mümkünsüz bir hal alan bir aşk macerasının titizlikle işlendiği bu
roman edebiyatımızdaki ilk psikolojik roman olma özelliğini de taşımaktadır.
Şahısların bolsuzluğu ve olayın kolayca kavranışı yazarı
ruha dayalı tahlillerde başarılı kılmak için bir sebep sayılabilir. Süreyya ve
eşi Suat ile aile dostları Necip arasında yaşananların ele alındığı roman gerek
yapı, gerekse içerik anlamında mevcut olduğu zamana nazaran ileri özellikler
taşımaktadır.
Psikolojik bir roman olmasına karşın çözümlemelerde fark
edilebilir bir mükemmeliyet söz konusu. Kişilerin halet-i ruhiyeleri yeterince
düzgün ve iyi bir biçimde okuyucuya aktarılırken sergilenen başarılı çalışma
gözlerden kaçmıyor.
Türk Edebiyatı Servet-i Fünun dönemi özelliklerinde yazılmış
olan roman mutlu sonla bitmemesi açısından da kendisini diğer eserler arasından
sıyırıyor.
Suat ve Necip arasında cereyana gelen yasak ilişkinin
ilerleyişine ve ne yazık ki mahzun sonuna şahitlik ettiğimiz roman iki kişinin
-biri evli- ellerinde olmadan , birarada bulundukları sürede birbirlerine
yakınlaşmaları ve aralarındaki sevgiyi beyan etmektedir.
Roman yaz mevsiminde geçmekte ve eylül ayında son
bulmaktadır. Esere adını veren "Eylül" , bir bakıma yaz mevsiminin ve
bu mevsimde başlayan imkansız bir aşkın bitişini sembolize etmektedir. Eylül
aynı zamanda hüznün de ifadesi olduğundan romanın sonlarına gidildikçe yapılan
tasvirlerde de bu hüzne rastlanır. Genel olarak iç mekan adına köşk ve yalı ,
dış mekan adına ise Beyoğlu ve İstanbul adalarının kullanıldığı roman hakim
bakış açısı ve üçüncü kişi anlatıcı tarafından kaleme alınmıştır.
Daha öncesinde de dile getirdiğimiz üzere insanların ruh
hallerini hayli mükemmel biçimde okuyucuya aktaran eser kendi kendini okuturken
aynı zamanda okuyucu olan bizleri o döneme götürüp eski İstanbul'un
perspektifine ve zamanın tüm ayrıntılarına ulaştırıyor. En önemlisi de bu roman
sayesinde o zamanlar yalılarda yaşayan , hüküm süren aile hayatının samimi ve
sıcak duygularına tanıklık etme fırsatı buluyoruz.
Ön planda her ne kadar yasak bir aşk kontrolü ele almış gibi
gözükse de günümüzde bu tip duyguların hiç yaşanmıyor oluşu gerçek aşk adı
verdiğimiz duruma karşılık gelen tepkisizliğimizi ortaya koyup bize asıl
sevdanın ne olduğunu ifade ediyor.
Eser ilk safhalarda sürükleyici olmasa da ilerleryen
yerlerde durağanlığını yok ederek o döneme ait tasvirleriyle bizi o dönemi
yaşıyormuşçasına hissettirip romandaki kahramanlar gibi düşünmeye sevk ediyor.
İlgi çeken başka bir kısım ise romanın bir yangınla sona
ermesi. Bu o zamana kadar yazılan eserlerde benzerine rastlanmayan bir
özelliktir. Yazar burada içinde biriktirdiği hislerin patlayışını gözler önüne
serip , hoş karşılanmayacak bu sevdaya karşıt çıkacak toplumsal baskıdan en
kolay kaçışı yangınla bulmuştur.
Romanın daha derinlerine indiğimizde Necip'in ikilemi göze çarpmaktadır. Bir yandan en sevdiği dostuna ihanet etme korkusu diğer yandan dünyada en yüce varlık olarak gördüğü Suat'ı kirletme korkusu. Öyle ki Necip'in yasak aşkının doğurduğu bu arada kalış yer yer trajik birer çatışma yaratacak düzeydedir.
Yalnızca göz ve ruhta kalan sonsuz bir sevgi söz konusu
burada. Fakat onlar her şeye rağmen aşklarını yaşamış ve en nihayetinde
birlikte bitirmişlerdir. Ama imkansızlıklardan ötürü her ikisinin de aşklarını
ölümle ebedileştirme istekleri hep sürmüştür.
Diğer Servet-i Fünun edebiyatçılarından daha sade bir dille
kaleme alınan eser hiçbir propaganda amacı gütmezken , Servet-i Fünun döneminin
ağır üslubuyla yazılmıştır.
Popülaritesini bugün irdelediğimiz Türk Edebiyat Tarihi'nin
ilk psikolojik romanı olan Eylül'le yakalayan Mehmet Rauf bu sayede Servet-i
Fünun dönemine atılmış ve adını tarihe yazdırmış nadide yazarlardandır.
Son olarak ise Mehmet Rauf okurlara yasak aşkın her ne kadar
milli ahlaka karşı olsa da anlayışla karşılanması gerektiğini ifade edip
köşesine çekiliyor.
Mustafa Bakır
Yorumlar
Yorum Gönder