İmkansız Olasılık & İzlence - 3

Hayli uzun süredir yazmadığım ve gayrı buram buram içerimde tüten bi format #İzlence. Bugün geniş bi aradan sonra üçüncü bölümü ile karşınızdayım.

TRT Ev Sineması'nın katkılarıyla oluşturulan filmde yönetmen koltuğunun sahibi Murat Şenöy. İnsanı darma duman eden bu senaryonun yazarı ise Türkay Saydamer. Güneş Zahid'in yapımcılığını üstlendiği film, Deniz Doğançay ve Cem Adıyaman'ın ortak çalışması olan orjinal müziklerle olduğundan daha gerçekçi bi hal alıyor.



Oyuncu kadrosunda Gökçe Eyüboğlu, Osman Albayrak, Turgay Tanülkü, Can Güneş, Ergun Kuyucu gibi yetenekli isimleri barındıran filmin başrollerini ise Serkan Ercan, Yağız Atakan Savaş, Müge Bayramoğlu ve Görkem Kasal paylaşıyor.



Babadan kalma ahşap bi evde yaşayıp, 84 modeli aile yadigarı bi araba kullanan Tarık Hoca hayatta her şeyin para olmadığına, maneviyat diye bir şey olduğuna, gençlere destek olup onlara özgüven kazandırmanın mühim olduğuna inanan bi adam.

Belki de bu yüzden olacak ki mutlu evliliğinin mimarı Duygu ile abisini uyuşturucu belasına kaybettiği mahalleye, abisinin okuluna geri dönüyor. Hem de inancı, azmi ve kararlılığıyla herkesleri hayrete düşürecek bi matematik öğretmeni olarak.



Sözleşmeli öğretmen olmasına rağmen özellikle Mehmet Doğan Bayındır Anadolu Lisesi'ni tercih eden Tarık Seral'a Müdür Bey biraz garip bakıyor. Genellikle hocaların burdan kaçmak istediğini hele de kaybedenlerin de kaybedenleri olarak görülen bi sınıfın olduğunu ve bu sınıfın zaten düşük olan okul ortalamasını daha da aşağı çekerek başarıyı yok ettiğini dile getiriyor. Tarık Hoca ise tüm bunlara kulak asmadan selamını alarak o kuytuda bırakılmış, desteksiz kalmış ve bi kenara atılmış olmanın farkıyla öfke ve kin dolmuş gençlerin sınıfına, 11-C'ye gider. İzlediği yol ve stratejilerle öğrencileri kendine birer birer bağlar Tarık Hoca ve senenin başında 5 6 olan mevcut artık 25 30 civarlarına kadar gelir. 


Derslerinde alabildiğine çalışkan ve başarılı olan fakat sığ görüşlü, onu okutmayıp hemen evlendirmek isteyen bi kız babasına sahip olan Zehra, okuldan arta kalan zamanın tamamında yanında çalıştığı hem babası hem de ustası olan gereksiz disiplin sağlayıcı bi erkek babasına sahip olan Reis ve mahallenin uyuşturucu tacirliğini yapan İrfan ile birlikte çalışıp okulda öğrencilere mal satan Apo. Günden güne okulun etrafındaki bok püsürü olayları fark eden ve anlayan Tarık Hoca diğer öğretmenlerle olsun Müdür ile olsun her ne kadar konuşmaya çalışsa da bu kişiler geri durup ne yapabiliriz ki triplerine girince Tarık Seral istediğini alamadan durumun çözümü adına başka yollar aramaya başlıyor. Bu sırada öğrencilerin tüm derslerdeki aktiflik oranları gözle görülür biçimde artıyor ve bu yükseliş öğrencilere daha bi umut oluyor. 


Ayrıca belirtmeliyim ki matematiği zerre miskal sevmeyen ben film sayesinde çok az da olsa bu yargıyı yıkıma uğratmış gibiyim. Öte yandan matematiğin din, dil, ırk ayrımı yapmadığını ve bi matematiksel formülün dünyadaki her çeşit insanda aynı anlama geldiğinin anlatıldığı sahne ayrı bi beğenimi kazandı.

Geçenlerde filmin Sinüs Eğrisi konusu sonrasında oluşan o muntazam atmosferi paylaşmıştım Whatsapp'ta. İngilizce Öğretmenliği okuyan bi yakınım da bu olaya tepki göstererek Tarık Hoca'nın yaptığının yanlış olduğunu, bu durumun bazı öğrencilerde özgüven eksikliğine, kimilerinde utanç gizleme refleksine, bazılarında ise hayal kırıklığına ve güven bozukluğu sendromuna sebebiyet verebileceğini söyledi.
 { Seni anlamak istemediğimi ve mesajlarını okumadığımı söylemiştin, umarım izah edebilmişimdir :) }
Fakat ben onun gibi düşünmüyorum. Çünkü insanlar bazen içinde döndükleri girdabın yönünü değiştirmek ve haykırmak isterler. Ayrıca deneyen bilir ki bu çok iyi geliyor. Hele ki çizimleriyle ben dahil bir çok kişinin gönlünde taht kuran İsmail'in 'ben sadece çizmek istiyorum' deyişiyle ardından tüm sınıfın 'anlatmak istiyorum kendimi' diye Sinüs dalgalarını Tarık Hoca'nın kulağına tam kıvamında ulaştırması ve Tarık Hoca'nın altın değerindeki sözleri sonrası 'Hayatta kalmayı değil, yaşamayı hak ediyoruz.' deyişi benim için kırılma noktası olup mevzuyu laps! diye beynime oturtuyor. 



Mahalle'nin esnafı gibi gözüküp gençlerin hayatlarını ellerinden alan İrfan ve adamlarına öncesinde ikazda bulunan buralarda dolaşmayın size ekmek çıkmaz burdan gibi sözlerle onları uyaran Tarık Hoca en sonunda çözümü polise gitmekte bulur. Fakat bi tezgah vardır ki artık Emniyet Müdürü dahi İrfan ile birlikte çalışır. Tarık Hoca'nın bi öğretmene göre fazla cesur olduğunu ve şikayet dilekçesi yazdığını İrfan'a haber eden Emniyet Müdürü İrfan'dan 'Sen merak etme Müdürüm o iş bende' onayını alınca tezgah kaldığı yerden aynen devamlılığını sürdürür. Bu sırada Reis'in Tarık Hoca'nın yadigarını dükkanda Apo ile tamir etmesi, Tarık Seral ile Reis'in babasının soba başındaki muhabbeti veya Zehra'nın babasının Zehra'yı okula göndermeyip evlendirmek istemesi üzerine Tarık Hoca'nın Zehra'nın evine giderek babasıyla konuşması ve dahası dahası şeklinde gelişen olaylar filmin süresinden alırken İrfan'ın adamları tarafından yadigarın parçalanması ve sonrasında uzun süre ortalıkta gözükmeyen Apo'nun ölümü ardından yaşanan o çöküş ve tam her şey bitti derken hayatın matematiğini alt üst edercesine Başka Apolar ölmesin diye uyuşturucuya karşı düzenlenen o harika kampanya.



Ben susamıyorum ve filmde çok fazla detay var. Aranızda izleyecek olanların ümidine daha çok Spoiler vermek istemiyorum. Ayrıca bizim şu şafak işi rötar yapıp sekteye uğradı,  E Bey Baba de rahatsızlanınca benim moral otomatikmen sıfırı gördü. Bundan ötürüdür ki bu haftayı sevmedim ve kayıp olarak görüyorum. Yazının başından bu yana ne yazdım ne dedim bilmiyorum. Çünkü tam odaklanamadım. Hatalarımı mazur görmeniz temennisiyle. ( Eğer kendime her pazar yeni yazı diye söz vermeseydim daha iyi bir şey çıkarabilirdim. )



Son olarak içimde sönmez bi ateşle saklı tuttuğum İngilizce Öğretmeni olma hayalimi daha da körükleyen bu film Apo ve Zehra'nın yaptığı şarkı kadar tatlı, Reis'in tuvalette Tarık Hoca ile içtiği sigara kadar ironik bi film. 

Kendinize iyi bakın.

Yorumlar