Merkeze Heraba. Hayır, yanlış yazmadım. Sadece canım böyle istedi. Takvimler 25 Mart 2011 Cuma gününü gösterdiğinde Türkiye'de ki yalnızlık, samimiyet, dostluk, iletişim, birliktelik, fotoğraf, radyo, kitap, plak ve seks adına kurulmuş tüm tabuları yıkacak olan enfes bi iş gözüktü beyaz perdede. Vizyonda kalış süresince resmi rakamlara göre '17 Trilyon 669 Bin 887 Lira 50 Kuruş' gibi 7 sene önceki Türk Sineması'na nazaran inanılmaz fahiş bi gişe geliri yakalayan film "Kaybedenler Kulübü" bugün İzlence'nin dördüncü bölüm konusu.
Alabildiğine karmaşık olması yetmezmiş gibi kalabalığı ve gürültüsüyle de insanını o b*ktan girdabın içine çeken Yeditepe Şehri'nin, radyoda birbirleriyle konuşurken muhabbetlerinden keyif alan iki adama ev sahipliği yaptığı günlerde geçiyor hikaye.
Her Pazartesi, Salı ve Perşembe geceleri Kent FM 101.1 frekansında yaptıkları programı Montana Çetesi'ne, hayatı ve kadınları öğrendikleri üstelik hala da öğrenmekte oldukları Kadıköy sokaklarına ve şehrin bütün kötü çocuklarına adayan Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk toplumun söylemekten korktuğu ne varsa onun hakkında sohbetler edip ayıp olarak algılanan, terbiyesizce görülen bütün cinsel muhabbetlerin içinde cirit atıyorlar.
Haluk Arus'un kurguladığı film Özgün Müzik kısmını Can Gox,Cavit Ergün ve Erdem Tarabuş'a teslim etmekle de işini garantiye alıyor. Oyuncu kadrosunda Nejat İşler, Yiğit Özşener, Ahu Türkpençe, İdil Fırat, Rıza Kocaoğlu, Serra Yılmaz, Barış Bağcı, Erdal Küçükkömürcü ve Cengiz Bozkurt'u barındıran eser zaten bu ekiple filmin tüm başarısız olma ihtimallerini sıfıra çekiyor. Filmin hem yönetmeni hem de yapımcısı olan Tolga Örnek senaryoyu da Proje Süpervizörü Mehmet Ada Öztekin ile çıkarıyor. Gerçek hayattan uyarlanan bu filmde en büyük alkışı hak eden ismin Tolga Örnek olduğunu düşünenler olarak yalnız olmadığımızı biliyorum. Ha bu arada gece, gündüz, yakın, uzak hiç fark etmeksizin en kaliteli çekimlerin altına ıslak imzasını basıp gözlerimizi bayram yerine çeviren Görüntü Yönetmeni Burak Kanbir'i de bi ayrı tebrik ediyorum.
Film aslında böyle tükenmişlik ile idealizm arasında gidip geliyor gibi. Sonuçta bir şeyler kaybetseler dahi istedikleri şeyi yapan özgür iki adamı izliyoruz. Mesela Kaan. Adamın 6.45 diye bi yayınevi var. Tam bi fiyasko. Onlarca belki yüzlerce muntazam eseri yayınlıyor ama hiç satılmıyor. O da yayınevinin deposuna gidip satılmayan kitaplarına bi sigara yakıyor. Ama ne olursa olsun kitabı hazırlarken yaşadığı heyecan ve bastıktan sonraki hayal kırıklığı hiç değişmiyor. Arada sırada fotoğraf çekiyor Kaan. Hatta bu hususta fazlasıyla ödülü de var. Ama bunu da canı istediği zaman kafasına göre yapıyor.
Hiç satmayan kitaplar basıp, hiç dinlenmeyen bi radyo programı yapmasına rağmen bundan zerre hayıflanmayan Kaan'ın bir de Mete diye dostu var. Mete çok mu farklı sanki? Peh! Onun da varı yoğu plaklar. Koleksiyon peşinde koşan meraklı biri. Ama annesine 'sence ben çok mu boş yaşıyorum?' demesiyle bendeki gizemini söndürdü. Annesi de nasıl tatlı böyle yüzü gülümseme dolu harika bir kadın. Oğluna maddi manevi yardımını hiç esirgemiyor. Doğrusu Serra Yılmaz rolünün hakkını veriyor.
Prensip olarak düşünmeyen, daha sakin olduğu için Cuma'ya Salı günü giden, eski sevgilisini hatırlayan ama hangisi olduğunu kestiremeyen, 'Kim lan bu Erol Egemen' diye afra tafralar yapan, 20. yüzyılın en popüler seks pozisyonlarını oylayıp 385 şikayet telefonu ile radyonun hatlarını kitleyen, yayında cinsel birliktelik anılarını anlatıp tüm dinleyicilere telefon seksi yapan, radyodan para almayı kabul etmeyen ve Köfteci Hakkı Usta'yı çok seven iki aykırı herif. Belki de hepsi bu.
Filmde başrollerin yanısıra Brit, Devrim, Kuşbeyin ve Ayşe gibi dinleyici karakterler de var. Ayrıca gene Kaybedenler Kulübü'nü dinlemek üzere Kız Yurdu ve Çakal Yılmaz'ın Taksi Durağı olmak üzere iki de mekan yaratılmış.
Ölümün olduğu yerde daha ciddi bir şeyin olmayacağına inanan iki dostun değer verilen şeylerin farklılığından dem vurup yaşlı bir Kızılderili'nin ne kadar yanılabileceğini tartıştıkları sahne benim için zurnanın zart dediği yer.
Kaan'ı Kaan yapan özelliklere aşık olup sonra da o özellikleri ondan almaya kalkan Zeynep rutine dönüşmeyen hiçbir şeyin kalıcı olmayacağını anlatmaya çalışırken, aynı şekilde Kaan ise rutine dönüşen her şeyin sıkıcı olmasından dert yanar. İkilinin birbirlerine delicesine aşık olup vurulmuşa dönmeleri ve aralarında geçen tüm cinsel birliktelikleri en çıplak haliyle yansıtmaları şehvetin doruklara çıktığını kanıtlıyor.
Dipnot: Film uçkuruna düşkün abazanlar için sadece birer boşlantı aracıdır. Esere o gözle bakanlar sayfayı terketsin.
Kendilerine birer misyon yüklemeye çalışan patronuna her seferinde karşı çıkan Mete ve Kaan'ın Türkiye'nin seksist mevzulara sergilediği korkuyla ve dile getirilmek için cesaret sarf edilmesi gereken konularla hayvan gibi dalga geçip, tiye aldıkları ve kuralları s*kine takmayıp çirkin karizmasında yaşamlarını sürdürdükleri bu filmi uygunsuz sahnelerinden ötürü (!) yalnız başınıza izlemenizi (!) tavsiye ediyorum.
Atladığım bir çok detay ve dumura uğrayacağınz tonla olay ile "Kaybedenler Kulübü" bitti.
Bay Coy.
Alabildiğine karmaşık olması yetmezmiş gibi kalabalığı ve gürültüsüyle de insanını o b*ktan girdabın içine çeken Yeditepe Şehri'nin, radyoda birbirleriyle konuşurken muhabbetlerinden keyif alan iki adama ev sahipliği yaptığı günlerde geçiyor hikaye.
Her Pazartesi, Salı ve Perşembe geceleri Kent FM 101.1 frekansında yaptıkları programı Montana Çetesi'ne, hayatı ve kadınları öğrendikleri üstelik hala da öğrenmekte oldukları Kadıköy sokaklarına ve şehrin bütün kötü çocuklarına adayan Kaan Çaydamlı ve Mete Avunduk toplumun söylemekten korktuğu ne varsa onun hakkında sohbetler edip ayıp olarak algılanan, terbiyesizce görülen bütün cinsel muhabbetlerin içinde cirit atıyorlar.
Haluk Arus'un kurguladığı film Özgün Müzik kısmını Can Gox,Cavit Ergün ve Erdem Tarabuş'a teslim etmekle de işini garantiye alıyor. Oyuncu kadrosunda Nejat İşler, Yiğit Özşener, Ahu Türkpençe, İdil Fırat, Rıza Kocaoğlu, Serra Yılmaz, Barış Bağcı, Erdal Küçükkömürcü ve Cengiz Bozkurt'u barındıran eser zaten bu ekiple filmin tüm başarısız olma ihtimallerini sıfıra çekiyor. Filmin hem yönetmeni hem de yapımcısı olan Tolga Örnek senaryoyu da Proje Süpervizörü Mehmet Ada Öztekin ile çıkarıyor. Gerçek hayattan uyarlanan bu filmde en büyük alkışı hak eden ismin Tolga Örnek olduğunu düşünenler olarak yalnız olmadığımızı biliyorum. Ha bu arada gece, gündüz, yakın, uzak hiç fark etmeksizin en kaliteli çekimlerin altına ıslak imzasını basıp gözlerimizi bayram yerine çeviren Görüntü Yönetmeni Burak Kanbir'i de bi ayrı tebrik ediyorum.
Film aslında böyle tükenmişlik ile idealizm arasında gidip geliyor gibi. Sonuçta bir şeyler kaybetseler dahi istedikleri şeyi yapan özgür iki adamı izliyoruz. Mesela Kaan. Adamın 6.45 diye bi yayınevi var. Tam bi fiyasko. Onlarca belki yüzlerce muntazam eseri yayınlıyor ama hiç satılmıyor. O da yayınevinin deposuna gidip satılmayan kitaplarına bi sigara yakıyor. Ama ne olursa olsun kitabı hazırlarken yaşadığı heyecan ve bastıktan sonraki hayal kırıklığı hiç değişmiyor. Arada sırada fotoğraf çekiyor Kaan. Hatta bu hususta fazlasıyla ödülü de var. Ama bunu da canı istediği zaman kafasına göre yapıyor.
Hiç satmayan kitaplar basıp, hiç dinlenmeyen bi radyo programı yapmasına rağmen bundan zerre hayıflanmayan Kaan'ın bir de Mete diye dostu var. Mete çok mu farklı sanki? Peh! Onun da varı yoğu plaklar. Koleksiyon peşinde koşan meraklı biri. Ama annesine 'sence ben çok mu boş yaşıyorum?' demesiyle bendeki gizemini söndürdü. Annesi de nasıl tatlı böyle yüzü gülümseme dolu harika bir kadın. Oğluna maddi manevi yardımını hiç esirgemiyor. Doğrusu Serra Yılmaz rolünün hakkını veriyor.
Prensip olarak düşünmeyen, daha sakin olduğu için Cuma'ya Salı günü giden, eski sevgilisini hatırlayan ama hangisi olduğunu kestiremeyen, 'Kim lan bu Erol Egemen' diye afra tafralar yapan, 20. yüzyılın en popüler seks pozisyonlarını oylayıp 385 şikayet telefonu ile radyonun hatlarını kitleyen, yayında cinsel birliktelik anılarını anlatıp tüm dinleyicilere telefon seksi yapan, radyodan para almayı kabul etmeyen ve Köfteci Hakkı Usta'yı çok seven iki aykırı herif. Belki de hepsi bu.
Filmde başrollerin yanısıra Brit, Devrim, Kuşbeyin ve Ayşe gibi dinleyici karakterler de var. Ayrıca gene Kaybedenler Kulübü'nü dinlemek üzere Kız Yurdu ve Çakal Yılmaz'ın Taksi Durağı olmak üzere iki de mekan yaratılmış.
Ölümün olduğu yerde daha ciddi bir şeyin olmayacağına inanan iki dostun değer verilen şeylerin farklılığından dem vurup yaşlı bir Kızılderili'nin ne kadar yanılabileceğini tartıştıkları sahne benim için zurnanın zart dediği yer.
Kaan'ı Kaan yapan özelliklere aşık olup sonra da o özellikleri ondan almaya kalkan Zeynep rutine dönüşmeyen hiçbir şeyin kalıcı olmayacağını anlatmaya çalışırken, aynı şekilde Kaan ise rutine dönüşen her şeyin sıkıcı olmasından dert yanar. İkilinin birbirlerine delicesine aşık olup vurulmuşa dönmeleri ve aralarında geçen tüm cinsel birliktelikleri en çıplak haliyle yansıtmaları şehvetin doruklara çıktığını kanıtlıyor.
Dipnot: Film uçkuruna düşkün abazanlar için sadece birer boşlantı aracıdır. Esere o gözle bakanlar sayfayı terketsin.
Kendilerine birer misyon yüklemeye çalışan patronuna her seferinde karşı çıkan Mete ve Kaan'ın Türkiye'nin seksist mevzulara sergilediği korkuyla ve dile getirilmek için cesaret sarf edilmesi gereken konularla hayvan gibi dalga geçip, tiye aldıkları ve kuralları s*kine takmayıp çirkin karizmasında yaşamlarını sürdürdükleri bu filmi uygunsuz sahnelerinden ötürü (!) yalnız başınıza izlemenizi (!) tavsiye ediyorum.
Atladığım bir çok detay ve dumura uğrayacağınz tonla olay ile "Kaybedenler Kulübü" bitti.
Bay Coy.
Yorumlar
Yorum Gönder