Pişt! Orda mısın? Gel gel korkma. Yav geçen kış kolumu bir kırmışım abovvv. Onu bi anlatayım diyorum ya içimde kalmasın. Ha? Kaydır, aşağı kaydır. Mobil okur seni.
Şimdi gene bir okul günü. Muhtemelen ders beden. Hatta gün çarşamba dahi olabilir. Çünkü sonrasında o acı ve hışımla matematikçiye yükseldiğimi ve Bilişimci Merve Hoca ile muhabbetimizi hatırlar gibiyim. Her neyse. Ders beden dedik. E bizde haliyle top oynicaz. Eşofmanlar falan tam takırız. 12. sınıflar geldi, bi takım yapmışlar. Dediler gelin maç yapak. Bizde bizim sınıfın topçularına güvenip tamam olur dedik. Neyse maç başladı. Top bi orda bi burda. Skor hakkında gerçekten hatırımda hiçbir şey yok. Yani maç kaç kaçtı hatırlamıyorum.
Bu arada bu "Anaaa!" bölümü ile gitgide ne denli unutkanlaştığımı da fark ediyorum. Ancak unuttum mu hatırlamıyorum derim yani bundan geri durmam. Hem hiçbir zaman yalan söylemedim size ve söylemem de.
Konuya geri dönelim. Skoru hatırlamıyorum işte. Ama maç hayli hareketli. Yani tempo bi an olsun düşmüyor. Sonrasında ya bizim kaleden ya rakip kaleden sahanın soluna meyilli bir degaj atışı yapıldı. Mübarek top süzülüyor havada böyle görmeniz lazım. Bende topun havada bulunduğu semayı takiple takriben düşeceği yere hızla yönelmeye başladım. Bir de karşı takımdan şöyle Kadıköy AC/DC barlarının güvenliği gibi kaslı maslı izbandut gibi bi herif topa doğru geliyor. Neyse anacım top alçalıyor. İkimizde hava topuna yükseldik. Aklımızca kafa vurup oyunu devam ettiricez. Takım arkadaşlarımızın beklentisi de bu yönde zaten. Aklımızca dedim ya hani kendi aklımı devre dışı bırakmışım. Hem kimse de bana dememiş. Be hödük sen kimsin ki bu dangalakla hava topuna çıkıyon diye. Havada 2 saniye durmuşuzdur ondan eminim sonra bu izbandut beyimiz topa sahip olmak için bana kalıp koydu ve bende haliyle yere düştüm.
Ama bu düşüş öyle normal bir düşüş değildi. Sanki Aleyna ablamızın dile getirdiği 'düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumdun' sözündeki kuyunun en dibine giden bi düşüş gibiydi. Zaten yere yüzü koyun biçimde tersten kapaklanmam ile yürekleri hoplatan o narin sesi duyduk. Yerde yaklaşık 3 dakika kadar öylece durdum. Bu sırada herkes başıma toplanıyor ve forsundan geçilmeyen dangalak rakibim paçadan yavaş yavaş akıtıyordu. Çıkan sesten kolumun kırıldığını anlamış olsam da buna inanmak istemiyordum. Bu sırada 'tamam alın kenara maça devam edelim' diyenler mi dersin gülmekten lal olanlar mı dersin yani etrafım i*ne kaynıyor. Neyse beni banka getirdiler, oturdum biraz. Ben diyorum ki sadece incindi birazdan geri girerim oyuna. Nah girerim. Baktık yok. Bu şişmeye başladı sonra morarmayla devam edince dedik tamamdır nanayı yemişiz. Buz falan tuttum ana nafile. Acısını ve ağrısını da hissetmeye başlayınca direk babamı aradım. Dedim böyle böyle oldu. Ben iyi değilim. Gel hastaneye gidelim. Ama babam da nasıl işkolik. Yani onun için varsa yoksa iş. Hani bıraksan günün 24 saati de çalışır o derece müptezel işine.
Neyse ki iyi gene işinden ayrılıp gelebildi(!). Baktı bana ayaktayım, yürüyorum, konuşabiliyorum dedi 'yav bi şey yoh' dedim 'nası bişe yok ya kolum kırılmış işte da'. Babam da dedi ki 'tamam şimdi dükkan yoğun ben motorla geçiyom dükkana sende yayan gel ordan amcanla kırıkçıya gidersiniz'. Be adam kolum kırılmış sen hala diyon Söğütlüçeşme'de kırıkçı çıkıkçı var ona gidin. He bu arada Allah var şimdi hakkını yiyemem kendi motorla dükkana giderken çantamı da aldı yani bana ağırlık yapmasın diye. Sonracığıma ben ağrıyı sızıyı umursamaksızın sövüşler düzerekten dükkana gittim. Amcam da yanımızda çalışıyo işte babam dedi 'abi Mustafa'yı bizim kırıkçıya götür zaten masaj yapar bez sarıp gönderir.' Biz bindik arabaya gidiyoruz. Amcam babamı dinledi tabi 'sen sus' dedi. Söğütlüçeşme'ye kırıkçıya gittik. Daha öncesinden yanına gitmiştik zaten ortaokuldayken bileğim çıkmıştı falan adamın yardımı dokunmuştu da bu kırık yani. Tıbbi müdahale gerekiyor. Ama yok eski kafa anlamıyolar. Neyse ki Kırıkçı Dayı işinin erbabı da koluma dokunur dokunmaz bu kırılmış hemen hastaneye gidin dedi. Bizde direksiyonu Kanuni'ye döndürdük. Bunlar olurken ben ağrıdan sızıdan kıvranıyorum tabi.
Hastaneye geldik hemen acile giriş yaptık. Şanslıyız ki babamın bacağı kırıldığında ameliyatına giren doktor benimle ilgilendi. Bi tanışıklık söz konusu yani. Adı da Cafer Özgür Hançerli idi. Eğer bu yazıyı bir gün okursa - bunu hiç ümit etmiyorum ama - selamlar hocam, iyi ki varsın. Burda böyle selam filan yolluyorum ama alçı odasında ebemi mora boyadılar. İki asistan var garibim doktor ne dese onu yapıyolar. Asistanlardan biri baş parmağımı diğeri kalan 4 parmağımı tutmuş Cafer Hoca'da dirseğimden tutmuş asistanlar kendine çekiyor Cafer Hoca kendine çekiyor. Bağırıyorum, sedyede tepiniyorum. Ama nerdeeee. Takan yok ki. Onlar kendilerine taraf sertçe çekerken birden arada bi boşluk oluştu. Böyle Konya Ovası gibi resmen. Cafer Hoca bu sefer 'hadi bakalım çocuklar kemiği yerine koyuyoruz' dedi ve kırılması yetmezmiş gibi bi de rayından çıkan kemiğimi düzeltmek adına ölüm maçının ikinci yarısı başladı. Bu sefer de hem iki asistan hem Cafer Hoca ortaya doğru itiyorlar. Mevzunun en güzel yanı ise ben o sıra acıdan dayanamayıp Cafer Hoca'ya ve asistanlara dümdük giderken Cafer Hoca'nın beni rahatlatmak için her küfürde zevkten dört köşe oluyormuş gibi yapmasıydı.
Güleyim mi ağlayayım mı bilemiyordum. Koca cerrah kendisine küfür ettiğim için bana kızmıyor aksine kahkahalar savuruyordu. Sanırım şu Hipokrat diye ettikleri yemin böylesi bir şeydi. Hasta için her şey yapılırdı.
Neyse kazasız belasız alçı işlemi tamamlandı. Odadan bir çıktım tüm gözler üzerimde. Bağırıp çağırmaktan hastaneyi ayağa kaldırmışım. Tıpkı babam gibi (!) vefakar olan amcam çiseleyen yağmurda yengemin evde yemeği hazırlamış olup kendisini beklediğini öne sürerek beni Halkalı Meydanı'nda bıraktı. Ordan dolmuşla eve geldim. Tabi alçı daha kurumamış, böyle vıcık vıcık bir his. O şekilde alçıcığım ile 1.5 ay kadar birlikte kaldık. Birbirimize çok sıkı kenetlendik hem öyle ki bu süre zarfında okulda kaçırdığım dersler ve sosyal hayattan uzaklaşmam da cabası. Lakin birşeyleri hatırladığım, bolca şükür ettiğim ve istifadeli biçimde atlattığımı düşündüğüm - gerçekleştirdiğim projeler ve katıldığım programlar dolayısıyla - bir kaza oldu. Hem sonuçta kol bu. Kelle paça içersin iyileşir en kötü ihtimal. Mühim olan şu ki; "Aman Kalp Kırılmasın"
Şimdi gene bir okul günü. Muhtemelen ders beden. Hatta gün çarşamba dahi olabilir. Çünkü sonrasında o acı ve hışımla matematikçiye yükseldiğimi ve Bilişimci Merve Hoca ile muhabbetimizi hatırlar gibiyim. Her neyse. Ders beden dedik. E bizde haliyle top oynicaz. Eşofmanlar falan tam takırız. 12. sınıflar geldi, bi takım yapmışlar. Dediler gelin maç yapak. Bizde bizim sınıfın topçularına güvenip tamam olur dedik. Neyse maç başladı. Top bi orda bi burda. Skor hakkında gerçekten hatırımda hiçbir şey yok. Yani maç kaç kaçtı hatırlamıyorum.
Bu arada bu "Anaaa!" bölümü ile gitgide ne denli unutkanlaştığımı da fark ediyorum. Ancak unuttum mu hatırlamıyorum derim yani bundan geri durmam. Hem hiçbir zaman yalan söylemedim size ve söylemem de.
Konuya geri dönelim. Skoru hatırlamıyorum işte. Ama maç hayli hareketli. Yani tempo bi an olsun düşmüyor. Sonrasında ya bizim kaleden ya rakip kaleden sahanın soluna meyilli bir degaj atışı yapıldı. Mübarek top süzülüyor havada böyle görmeniz lazım. Bende topun havada bulunduğu semayı takiple takriben düşeceği yere hızla yönelmeye başladım. Bir de karşı takımdan şöyle Kadıköy AC/DC barlarının güvenliği gibi kaslı maslı izbandut gibi bi herif topa doğru geliyor. Neyse anacım top alçalıyor. İkimizde hava topuna yükseldik. Aklımızca kafa vurup oyunu devam ettiricez. Takım arkadaşlarımızın beklentisi de bu yönde zaten. Aklımızca dedim ya hani kendi aklımı devre dışı bırakmışım. Hem kimse de bana dememiş. Be hödük sen kimsin ki bu dangalakla hava topuna çıkıyon diye. Havada 2 saniye durmuşuzdur ondan eminim sonra bu izbandut beyimiz topa sahip olmak için bana kalıp koydu ve bende haliyle yere düştüm.
Ama bu düşüş öyle normal bir düşüş değildi. Sanki Aleyna ablamızın dile getirdiği 'düşmeye doyamadığım dipsiz kuyumdun' sözündeki kuyunun en dibine giden bi düşüş gibiydi. Zaten yere yüzü koyun biçimde tersten kapaklanmam ile yürekleri hoplatan o narin sesi duyduk. Yerde yaklaşık 3 dakika kadar öylece durdum. Bu sırada herkes başıma toplanıyor ve forsundan geçilmeyen dangalak rakibim paçadan yavaş yavaş akıtıyordu. Çıkan sesten kolumun kırıldığını anlamış olsam da buna inanmak istemiyordum. Bu sırada 'tamam alın kenara maça devam edelim' diyenler mi dersin gülmekten lal olanlar mı dersin yani etrafım i*ne kaynıyor. Neyse beni banka getirdiler, oturdum biraz. Ben diyorum ki sadece incindi birazdan geri girerim oyuna. Nah girerim. Baktık yok. Bu şişmeye başladı sonra morarmayla devam edince dedik tamamdır nanayı yemişiz. Buz falan tuttum ana nafile. Acısını ve ağrısını da hissetmeye başlayınca direk babamı aradım. Dedim böyle böyle oldu. Ben iyi değilim. Gel hastaneye gidelim. Ama babam da nasıl işkolik. Yani onun için varsa yoksa iş. Hani bıraksan günün 24 saati de çalışır o derece müptezel işine.
Neyse ki iyi gene işinden ayrılıp gelebildi(!). Baktı bana ayaktayım, yürüyorum, konuşabiliyorum dedi 'yav bi şey yoh' dedim 'nası bişe yok ya kolum kırılmış işte da'. Babam da dedi ki 'tamam şimdi dükkan yoğun ben motorla geçiyom dükkana sende yayan gel ordan amcanla kırıkçıya gidersiniz'. Be adam kolum kırılmış sen hala diyon Söğütlüçeşme'de kırıkçı çıkıkçı var ona gidin. He bu arada Allah var şimdi hakkını yiyemem kendi motorla dükkana giderken çantamı da aldı yani bana ağırlık yapmasın diye. Sonracığıma ben ağrıyı sızıyı umursamaksızın sövüşler düzerekten dükkana gittim. Amcam da yanımızda çalışıyo işte babam dedi 'abi Mustafa'yı bizim kırıkçıya götür zaten masaj yapar bez sarıp gönderir.' Biz bindik arabaya gidiyoruz. Amcam babamı dinledi tabi 'sen sus' dedi. Söğütlüçeşme'ye kırıkçıya gittik. Daha öncesinden yanına gitmiştik zaten ortaokuldayken bileğim çıkmıştı falan adamın yardımı dokunmuştu da bu kırık yani. Tıbbi müdahale gerekiyor. Ama yok eski kafa anlamıyolar. Neyse ki Kırıkçı Dayı işinin erbabı da koluma dokunur dokunmaz bu kırılmış hemen hastaneye gidin dedi. Bizde direksiyonu Kanuni'ye döndürdük. Bunlar olurken ben ağrıdan sızıdan kıvranıyorum tabi.
Hastaneye geldik hemen acile giriş yaptık. Şanslıyız ki babamın bacağı kırıldığında ameliyatına giren doktor benimle ilgilendi. Bi tanışıklık söz konusu yani. Adı da Cafer Özgür Hançerli idi. Eğer bu yazıyı bir gün okursa - bunu hiç ümit etmiyorum ama - selamlar hocam, iyi ki varsın. Burda böyle selam filan yolluyorum ama alçı odasında ebemi mora boyadılar. İki asistan var garibim doktor ne dese onu yapıyolar. Asistanlardan biri baş parmağımı diğeri kalan 4 parmağımı tutmuş Cafer Hoca'da dirseğimden tutmuş asistanlar kendine çekiyor Cafer Hoca kendine çekiyor. Bağırıyorum, sedyede tepiniyorum. Ama nerdeeee. Takan yok ki. Onlar kendilerine taraf sertçe çekerken birden arada bi boşluk oluştu. Böyle Konya Ovası gibi resmen. Cafer Hoca bu sefer 'hadi bakalım çocuklar kemiği yerine koyuyoruz' dedi ve kırılması yetmezmiş gibi bi de rayından çıkan kemiğimi düzeltmek adına ölüm maçının ikinci yarısı başladı. Bu sefer de hem iki asistan hem Cafer Hoca ortaya doğru itiyorlar. Mevzunun en güzel yanı ise ben o sıra acıdan dayanamayıp Cafer Hoca'ya ve asistanlara dümdük giderken Cafer Hoca'nın beni rahatlatmak için her küfürde zevkten dört köşe oluyormuş gibi yapmasıydı.
Güleyim mi ağlayayım mı bilemiyordum. Koca cerrah kendisine küfür ettiğim için bana kızmıyor aksine kahkahalar savuruyordu. Sanırım şu Hipokrat diye ettikleri yemin böylesi bir şeydi. Hasta için her şey yapılırdı.
Neyse kazasız belasız alçı işlemi tamamlandı. Odadan bir çıktım tüm gözler üzerimde. Bağırıp çağırmaktan hastaneyi ayağa kaldırmışım. Tıpkı babam gibi (!) vefakar olan amcam çiseleyen yağmurda yengemin evde yemeği hazırlamış olup kendisini beklediğini öne sürerek beni Halkalı Meydanı'nda bıraktı. Ordan dolmuşla eve geldim. Tabi alçı daha kurumamış, böyle vıcık vıcık bir his. O şekilde alçıcığım ile 1.5 ay kadar birlikte kaldık. Birbirimize çok sıkı kenetlendik hem öyle ki bu süre zarfında okulda kaçırdığım dersler ve sosyal hayattan uzaklaşmam da cabası. Lakin birşeyleri hatırladığım, bolca şükür ettiğim ve istifadeli biçimde atlattığımı düşündüğüm - gerçekleştirdiğim projeler ve katıldığım programlar dolayısıyla - bir kaza oldu. Hem sonuçta kol bu. Kelle paça içersin iyileşir en kötü ihtimal. Mühim olan şu ki; "Aman Kalp Kırılmasın"
Yorumlar
Yorum Gönder