Hooooppp!
Burnun kırılırsa ne hissedersin?
Şşş, sıkıntı yok.
Gel, gir içeri. Anlatıyorum hepsini.
Buyurun efenim.
Lise 2'nin ikinci dönemindeyiz. Sizden iyi olmasın bi dostum var. Ahmet. Yakışıklı, kral bi kardeşim. Sağolsun basketbolu bana o sevdirdi. Hoş aynı biçimde o gene soğuttu ama canı sağolsun. Problem tınne :)
Neyse bize tabi daha üniversite sınavına çalışma psikoloji düşmemiş okul çıkışında ve boş derslerde basketbol oynuyoruz. Maç yapıyoruz, sohbet ediyoruz, yiyoruz, içiyoruz vesaire vesaire. İyi gidiyor yani.
Gene öyle günlerden biriydi. Boş ders diye hatırımda kalmış. Potaların olduğu yere geçtik. Kollar sıvandı. Başladık oynamaya. Sayılar atılıyor, rekabet artıyor falan filan ama nasıl varya. Pöfff yani. Ramazan ayı diye hatırlıyorum çünkü İrem veya Zübeyde ayran içirin demişti sanki. Oruçlu olduğum için istemesem de sonra içmiştim.
Her neyse biz maça devam ediyoruz. O an Melih, Mete, Ahmet, Ben hepimiz ordayız. Başka kim vardı maçta hatırlayamadım doğrusu. Ahmet benim rakibim. Heralde sayı atmış olacaklar ki top onlara geçti. Ahmet yuvarlaktan dışarı çıktı. Topu alıp başlayacak işte.
Bi yandan ölmek üzereyim. Çünkü oruçluyken basketbol oynamak pek akıl karı bi iş değil. Susuyorsun haliyle ve inanılmaz zorlayıcı. Ama arlanmayıp oyuna devam ediyorum. Belamı arıyorum işte :)
Babuşlar, Ahmet başladı oyuna topu sektiriyor, sürmeye başladı. Karşısında ben varım. Beni geçmek için topu sağ elinden yükseltti. Sağdan yükselttiği topu alabilmek için sol elini kullanarak dirseğini bana gösterip sol aşağıya topu indirerek oyuna devam edicek. Durum bundan ibaret. Tam da sol eliyle sağ üstteki topu almış ve aşağı indirecekken dirseği biraz fazla öne kaçmış olacak ki benim de kafam öne meyilli olduğundan "Çat!" diye bir ses geliyor.
Ben bunları böyle yavaş anlatıyorum ama toplasan 4 saniye falan hepsi. Sesin gelmesiyle Mete ve Melih anlıyor. Hatta sürekli taklidini yaparlar. Öyle tok ve katı bi ses ki Ahmet de irkilip geri çekiliyor. Ve ben ise başımı aşağı eğip kendime gelmeye çalışıyorum. Tabi kırılabileceğini düşünmüyorum. Çarptı, acıyor birazdan geçer kafasındayım. Ama ellerimin arasından basket sahasına akan kan damlalarını görünce bi içim gitti doğrusu. Bizimkiler geldi. Yok anam oluk oluk kan akıyor. Bi de ben böylesi durumlarda çok hızlı ve dengesiz kan kaybeden bi insanım. Kan akıyor ama nasıl? OFF! Hatırıma geldikçe burnum sızlıyor :)
Hem acı var, hem zonklama var. Yani yok yok. Neyse hemen okulun içine lavaboya doğru gidiyoruz. Fakat akan kanın haddi hesabı yok. Her adımımda bardaktan boşalırcasına akıyor mübarek. Tabi bu sırada ben de şuur falan kalmamış. 'Çok kan kaybediyorum. Kan kaybından ölücem.' falan diyorum ashhsah :)
Burnumda baya bildiğin böyle boşluk oluşmuş. Deri soyulmuş ve gözüküyor yani içerisi. Mübalağa yaptığımı düşünen varsa düşünsün. Çünkü şahitler var be abicim. Neyse sonra lavaboya gidene kadar da baya okulun merdivenlerini falan da kanladım. Bi yandan da ona üzülüyorum. Bizim temizlikçi abiye iş çıkarttım diye. Ama nafile yani n'apçan ki nihayetinde. Lavabodayız. Burnumu yıkıyorum. Biri de demiyor ki olum kafanı yukarıya doğru tut. Aşağı eğersen tabi kan akmaya devam eder. Belki de ben yanlış biliyorumdur, bilemedim şimdi.
Abi ben suyla temizledikçe burnumu kan akmaya devam ediyor. Harcadığım peçete sonrası okul ekonomik bi krize girmiştir bence. O sırada bizim tayfanın noksanları da toplanıyor başıma. Bi şeyler içirelim tansiyonu mu şekeri mi ne yükselsin diyolar. O anlar bende net değil tam. Ama İrem'in 'ayran' Melih'in ise 'vişneli meyve suyu' içirelim dediği gibi bi şey var hatırımda. Yanlışsa affola.
'Olum oruçluyum içemem, olmaz.' falan dememe bile fırsat yok mecbur içeri bi şeyler girmesi lazım. Mete'ye soruyorum 'kanka nolur söyle nasıl gözüküyor, ben dayanamıyorum bakmaya.' Mete diyo 'yok kanka, bişi yok merak etme.' aynen brom :)
Babamı aradık. Haftanın hangi günü bilmiyorum ama geçen bölümde anlattığım işkolik babam gene bi sitem etti. Başımıza iş çıkardın mahiyetinde. Babamı bekliyoruz. O sırada yukardan çantamı getirdiler falan. Babam girdi okula. Garibim bahçede, merdivenlerde kanları görünce öyle çok çok kötü bi şey oldu sanmış. Beni karşısında ayakta görünce de gülmeye başladı. Zübeyde, İrem, Mete, Melih onlar ise şaşkın. Adamın burnu kırılmış oluk oluk kan akıyor babası gülüyor diyor haklılar. Ben bile ayar oldum yani. Niye gülüyorsun baba? Ne var gülünecek? Ha?
Peki beni hastaneye babam mı götürdü dersiniz? Elbette hayır :)
Babamın işe gitmesi lazım. İş her şeyden (!) daha önemli. Annem ile hastaneye gittik. O sırada artık silmekten bıktığım kanlar burnumda ve çevresinde kurumuş. Iıgghhhkk inanılmaz pis bi görüntü var. Neyse doktora ulaştık. Film çektiler. İncelediler. Bi abla geldi. Ne doktor olacak kadar yüksekte ne de hemşire olacak kadar aşağıda duruyordu. Bilmiyorum. O yüzden benim abla diyesim geldi. Hayır sanki doktor veya hemşire olsa ne diyeceğim.
Burnuma daha bi yakından baktı. Eline eldiven geçirirken olayı anlatmamı istedi. Arkadaşımın dirseği çarptı deyince dudaklarıyla 'ufff :(' mimiğini yaptı. Sonrasında bu biraz acıtabilir dedi ve eliyle kırılan kemiği saptadı. Sonra burnumu sağa sola hareket ettirdi ve bi kaç 'çıt' sesinden sonra "tamamdır." dedi. O an ne yaptı hiçbir bilgim yok. Doğrusu korkumdan ve acımdan soramazdım da. Yaklaşık 3 4 gün bandajla dolaştım.
18 yaşına girdikten sonra ameliyat olmam gerekiyormuş. Çünkü burun desteğim daha kötü olacak ve nefes alıp vermemi engelleyecekmiş. Öyle söylediler.
Şimdilerde ise burnuma ilişkin değişik biçimli, benim dahi çözemediğim bi yamuklukla hayatıma devam ediyorum.
İlk kan damlasının düşüşünü gözlerimin önüne getiriyorum da;
"Anaaa!"
Felaket bir şeydi. Neyse ki henüz ölemedim.
Haftaya görüşmek üzere. Sevgiler :)
Burnun kırılırsa ne hissedersin?
Şşş, sıkıntı yok.
Gel, gir içeri. Anlatıyorum hepsini.
Buyurun efenim.
Lise 2'nin ikinci dönemindeyiz. Sizden iyi olmasın bi dostum var. Ahmet. Yakışıklı, kral bi kardeşim. Sağolsun basketbolu bana o sevdirdi. Hoş aynı biçimde o gene soğuttu ama canı sağolsun. Problem tınne :)
Neyse bize tabi daha üniversite sınavına çalışma psikoloji düşmemiş okul çıkışında ve boş derslerde basketbol oynuyoruz. Maç yapıyoruz, sohbet ediyoruz, yiyoruz, içiyoruz vesaire vesaire. İyi gidiyor yani.
Gene öyle günlerden biriydi. Boş ders diye hatırımda kalmış. Potaların olduğu yere geçtik. Kollar sıvandı. Başladık oynamaya. Sayılar atılıyor, rekabet artıyor falan filan ama nasıl varya. Pöfff yani. Ramazan ayı diye hatırlıyorum çünkü İrem veya Zübeyde ayran içirin demişti sanki. Oruçlu olduğum için istemesem de sonra içmiştim.
Her neyse biz maça devam ediyoruz. O an Melih, Mete, Ahmet, Ben hepimiz ordayız. Başka kim vardı maçta hatırlayamadım doğrusu. Ahmet benim rakibim. Heralde sayı atmış olacaklar ki top onlara geçti. Ahmet yuvarlaktan dışarı çıktı. Topu alıp başlayacak işte.
Bi yandan ölmek üzereyim. Çünkü oruçluyken basketbol oynamak pek akıl karı bi iş değil. Susuyorsun haliyle ve inanılmaz zorlayıcı. Ama arlanmayıp oyuna devam ediyorum. Belamı arıyorum işte :)
Babuşlar, Ahmet başladı oyuna topu sektiriyor, sürmeye başladı. Karşısında ben varım. Beni geçmek için topu sağ elinden yükseltti. Sağdan yükselttiği topu alabilmek için sol elini kullanarak dirseğini bana gösterip sol aşağıya topu indirerek oyuna devam edicek. Durum bundan ibaret. Tam da sol eliyle sağ üstteki topu almış ve aşağı indirecekken dirseği biraz fazla öne kaçmış olacak ki benim de kafam öne meyilli olduğundan "Çat!" diye bir ses geliyor.
Ben bunları böyle yavaş anlatıyorum ama toplasan 4 saniye falan hepsi. Sesin gelmesiyle Mete ve Melih anlıyor. Hatta sürekli taklidini yaparlar. Öyle tok ve katı bi ses ki Ahmet de irkilip geri çekiliyor. Ve ben ise başımı aşağı eğip kendime gelmeye çalışıyorum. Tabi kırılabileceğini düşünmüyorum. Çarptı, acıyor birazdan geçer kafasındayım. Ama ellerimin arasından basket sahasına akan kan damlalarını görünce bi içim gitti doğrusu. Bizimkiler geldi. Yok anam oluk oluk kan akıyor. Bi de ben böylesi durumlarda çok hızlı ve dengesiz kan kaybeden bi insanım. Kan akıyor ama nasıl? OFF! Hatırıma geldikçe burnum sızlıyor :)
Hem acı var, hem zonklama var. Yani yok yok. Neyse hemen okulun içine lavaboya doğru gidiyoruz. Fakat akan kanın haddi hesabı yok. Her adımımda bardaktan boşalırcasına akıyor mübarek. Tabi bu sırada ben de şuur falan kalmamış. 'Çok kan kaybediyorum. Kan kaybından ölücem.' falan diyorum ashhsah :)
Burnumda baya bildiğin böyle boşluk oluşmuş. Deri soyulmuş ve gözüküyor yani içerisi. Mübalağa yaptığımı düşünen varsa düşünsün. Çünkü şahitler var be abicim. Neyse sonra lavaboya gidene kadar da baya okulun merdivenlerini falan da kanladım. Bi yandan da ona üzülüyorum. Bizim temizlikçi abiye iş çıkarttım diye. Ama nafile yani n'apçan ki nihayetinde. Lavabodayız. Burnumu yıkıyorum. Biri de demiyor ki olum kafanı yukarıya doğru tut. Aşağı eğersen tabi kan akmaya devam eder. Belki de ben yanlış biliyorumdur, bilemedim şimdi.
Abi ben suyla temizledikçe burnumu kan akmaya devam ediyor. Harcadığım peçete sonrası okul ekonomik bi krize girmiştir bence. O sırada bizim tayfanın noksanları da toplanıyor başıma. Bi şeyler içirelim tansiyonu mu şekeri mi ne yükselsin diyolar. O anlar bende net değil tam. Ama İrem'in 'ayran' Melih'in ise 'vişneli meyve suyu' içirelim dediği gibi bi şey var hatırımda. Yanlışsa affola.
'Olum oruçluyum içemem, olmaz.' falan dememe bile fırsat yok mecbur içeri bi şeyler girmesi lazım. Mete'ye soruyorum 'kanka nolur söyle nasıl gözüküyor, ben dayanamıyorum bakmaya.' Mete diyo 'yok kanka, bişi yok merak etme.' aynen brom :)
Babamı aradık. Haftanın hangi günü bilmiyorum ama geçen bölümde anlattığım işkolik babam gene bi sitem etti. Başımıza iş çıkardın mahiyetinde. Babamı bekliyoruz. O sırada yukardan çantamı getirdiler falan. Babam girdi okula. Garibim bahçede, merdivenlerde kanları görünce öyle çok çok kötü bi şey oldu sanmış. Beni karşısında ayakta görünce de gülmeye başladı. Zübeyde, İrem, Mete, Melih onlar ise şaşkın. Adamın burnu kırılmış oluk oluk kan akıyor babası gülüyor diyor haklılar. Ben bile ayar oldum yani. Niye gülüyorsun baba? Ne var gülünecek? Ha?
Peki beni hastaneye babam mı götürdü dersiniz? Elbette hayır :)
Babamın işe gitmesi lazım. İş her şeyden (!) daha önemli. Annem ile hastaneye gittik. O sırada artık silmekten bıktığım kanlar burnumda ve çevresinde kurumuş. Iıgghhhkk inanılmaz pis bi görüntü var. Neyse doktora ulaştık. Film çektiler. İncelediler. Bi abla geldi. Ne doktor olacak kadar yüksekte ne de hemşire olacak kadar aşağıda duruyordu. Bilmiyorum. O yüzden benim abla diyesim geldi. Hayır sanki doktor veya hemşire olsa ne diyeceğim.
Burnuma daha bi yakından baktı. Eline eldiven geçirirken olayı anlatmamı istedi. Arkadaşımın dirseği çarptı deyince dudaklarıyla 'ufff :(' mimiğini yaptı. Sonrasında bu biraz acıtabilir dedi ve eliyle kırılan kemiği saptadı. Sonra burnumu sağa sola hareket ettirdi ve bi kaç 'çıt' sesinden sonra "tamamdır." dedi. O an ne yaptı hiçbir bilgim yok. Doğrusu korkumdan ve acımdan soramazdım da. Yaklaşık 3 4 gün bandajla dolaştım.
18 yaşına girdikten sonra ameliyat olmam gerekiyormuş. Çünkü burun desteğim daha kötü olacak ve nefes alıp vermemi engelleyecekmiş. Öyle söylediler.
Şimdilerde ise burnuma ilişkin değişik biçimli, benim dahi çözemediğim bi yamuklukla hayatıma devam ediyorum.
İlk kan damlasının düşüşünü gözlerimin önüne getiriyorum da;
"Anaaa!"
Felaket bir şeydi. Neyse ki henüz ölemedim.
Haftaya görüşmek üzere. Sevgiler :)
Burnunu yukarı tutmak sakıncalı zaten. Biliyorlarmış ki dememişler :)
YanıtlaSilAhahshaha eyvallah :)
Sil1 hafta boyunca psikopatçasına dalga geçmiştim.pişman değilim jdksjrkejrkejtk
YanıtlaSilHerkes dalga geçti. :(
SilSen kimsin?
Attığın o resim gözümün önüne geldi :(
YanıtlaSilGözümde canlanır koskoca mazi.
SilOfofofofof.