Aşk Tesadüfleri Sever & İzlence - 8

Merhaba. İyi Geceler.
Müslüm Gürses yanılmış olamaz. Aşk gerçekten de bi dengesizlik işi. Hiç bir şeyden tat almaz hale gelmişken ben insanların hala anlayış beklemesi sinir bozucu. Evet, iyi değilim. Evet, kötüyüm. Ve tek çarem var. O da kendimi edebiyatın kollarına atmak.

Boş Meşgale'nin bugünkü konusu İzlence'nin sekizinci bölümünü esir alan "Aşk Tesadüfleri Sever" filminden ibaret.


4 Şubat 2011 tarihinde vizyona giren film Dram/Romantik türü ile istenileni vermişe benziyor. Yönetmen koltuğunda Ömer Faruk Sorak'ın oturduğu filmin yapımcıları ise Oğuz Peri ve İpek Sorak. Görüntü Yönetmenliği'ni Veli Kuzlu'nun, Sanat Yönetmenliği'ni ise Hakan Yarkın'ın üstlendiği filmin kurgusu Çağrı Türkkan'a ait. Defne Deliormanlı'nın Yardımcı Yönetmen rolüne büründüğü filmde işin müzik kısmı Ozan Çolakoğlu'na teslim edilmişken filmin hikayesi yani senaryo ise Nuran Evren Şit imzası taşıyor.


Anadolu Jet, PowerTürk, Denizbank, Kodak, Medicana ve Dedeman gibi firmaların sponsor olduğu film Böcek Yapım çatısı altında izleyicileriyle buluşuyor. Eylül Akşamı, Zaferlerim, Hoşçakal, Aşk Tesadüfleri Sever, Nefes Bile Almadan, Yine Yazı Bekleriz ve Ele Güne Karşı olmak üzere daha bi dolu şarkıyı kulaklarımıza armağan eden yapıt başarıya ulaşmışa benziyor.


Oyuncu kadrosunda Mehmet Günsür, Belçim Bilgin, Ayda Aksel, Altan Erkekli, Şebnem Sönmez, Hüseyin Avni Danyal ve Yiğit Özşener gibi yeteneğinden sual olunmayacak daha bir çok ismi barındıran eser 1 Eylül 1977 günü saat sabah 06.20'de, Ankara'da doğan Deniz ve Özgür'ün 25 sene sonra kesişen hayatlarını ele alıyor.

Yılmaz Gruda, Cezmi Baskın, Cansel Elçin, Arif Keskiner, Ayşe Arman ve Caner Karamukluoğlu gibi isimleri de konuk oyuncu olarak beyaz perdeye taşıyıp içeriyi iyice şampiyonlar ligine çeviren film eğer izlediğiniz sıralar ruh haliniz biraz da kötüyse size bol bol ağlama fırsatı veriyor.

Sagopa Kajmer'in 'ruh halim ejderhaya kafa tutan bi atmaca' dediği yerde iken yani tam olarak bugün öğle vakitleri filmi üçüncü kez izleyen ben ağladığımı da itiraf etmeliyim.


Fotoğrafçı bir babanın oğlu olan Özgür ve dedesine düşkün tatlı bi kız olan Deniz. Özgür'ün ailesi doğuma giderken Deniz'in ailesinin arabasına çarpar. Suyu gelen Deniz'in annesi de o sıra Özgür'ün annesi ile birlikte ameliyathaneye alınır ve aynı anda gerçekleşen iki doğum ile Deniz ve Özgür'ün hayatında ki ilk tesadüf gerçekleşmiş olur.

İkili Ankara'da çocuk oldukları vakit her daim karşılaşırlar. Öyle ki Deniz hatıra defterine Özgür'ü kırmızı bisikletli çocuk diye yazarken Özgür de Deniz'in fotoğrafı çekilirken şaşkınlıktan babasına getirdiği yemekleri dökerek mükemmel bi fotoğraf çıkmasını sağlar. Olaylar birbirini takip eder ve bu böylece devam eder.


Tam 25 sene sonra fotoğrafçılık alanında uluslararası başarılara imza atsa da popüler dergilerin kapakları için fotoğraf çekmeye de devam eden bir sanatçı olan Özgür'ün babasını anmak için açtığı sergiye sevgilisi Burak ile tartıştığından zaar denk gelen ve kendi küçüklük fotoğrafını gören Deniz o sıralar Ankara Devlet Tiyatrosu'nda eğitim almış bir oyuncudur.

Dile kolay onca zaman sonra hatırlanmaya çalışan anılar, karıştırılan eski kutular ve dahaları derken eksik parçalar tamamlanır ve Deniz ile Özgür çocukken başlayıp hayat gailesinde duraksayan aşklarına devam etmeye koyulurlar.


Deniz'in o sıralar mağaza zincirlerine sahip varlıklı bi ailenin oğlu olan Burak adında biriyle uzunca süren bi ilişkisi vardır. Burak'ın ailesi Deniz'in oyunculuk işine sıcak bakmayıp bırakmasını istese de ve hatta Burak bu konuda ailesine yalan söylemiş olsa da ilişki hala devam ediyordur işte. Ama sıkıntılarla, ama problemlerle...


Burak'la tartışıp arabadan inince kendi küçüklük fotoğrafını gören ve hemen sergiye dalan Deniz'den öte Özgür'e dikkat çekmek istiyorum ben. Çünkü filmin zurnasının 'zzaaarrrttt!' dediği yer Özgür'ün babasını yad etmek için açtığı sergideki konuşmasıydı bence. Filmi izleyenlere çok saçma gelebilir. 'Ulan 2 saatlik film, tonla sahne var hüngür hüngür ağlatan. Sen 'zzaaarrrttt!' edecek yer diye orayı mı buldun?' da diyebilirsiniz. Fakat nedendir bilmem ama gözümün önünde benim bi imza gününde okurlarımla birlikteyken birden babamın gelmesi gibi bir görüntü oluştu. Ve filmi durdurup bu hayalime ağladım. Evet, gerçekten baya baya ağladım. Ve sonra hatırladım ki ne babam bana bu iyiliği yapacak kadar güzel bi insan ve ne de ben babamı ayağıma getirebilecek kadar sağlam bi yazarım. O halde play tuşuna bastım ve film kaldığı yerden aynen devam etti.


Kaptan'ın Mekanı'nda içilen rakıdan ve yenilen helvadan tutun da Manhattan'da geçirilen enfes gece dahil diyaloglarında mükemmel alt metinler barındıran bir film ile karşı karşıyasınız.

Fotoğrafçı olmanın sadece düğmeye basmak olmadığını ve asıl mevzunun düğmenin arkasındaki güzelliği görmek olduğunu, bir Ankaralı için İstanbul'un başkasının çocuğu gibi olduğunu hatta gülünce sevilip ağlayınca ise bırakıp kaçmak isteyeceğini, önemli olanın çizilen çerçeve değil de o çerçevenin içine koyulan resim olduğunu ve bunlar gibi daha bir çok hayat dersine de maruz kaldığınız film kaza sahnesi için teknik ve süpervizör olarak apayrı bi ekibin ayrılmasıyla da yaptıkları işe ne denli önem verdiklerini gözler önüne seriyor.


Özgür'ün sayesinde doğan Deniz ve Deniz'in sayesinde yaşayan Özgür'e baktığımız zaman anlıyoruz ki aşk gerçekten tesadüfleri seviyor.

*Sadece kendime vermiş olduğum sözü bozmamak ve bu gece eğer uyumak için yeltenirsem yatakta kıvrım kıvrım vicdan azabı çekmemek için yayınlamış olduğum bir yazıdır. Filme dair atlamış olduğum çokça nokta var, farkındayım. Ancak ruhumda yazacak mecali bulamıyorum. Merakla bekleyip de hayal kırıklığına uğrayan bir avuç okurdan özür diliyorum.




Kendinize iyi bakın.



Yorumlar