Merhabalanzi. Naber? Gerçi kötü olsanız dahi elimden bir şey gelmiyorsa hayıflanmak manasız olur öyle değil mi? Bazen veya zaman zaman hatta çoğu zaman beni yalnız bıraktığınız için teşekkür ediyorum. Zira normalden daha üretken oluyorum. E insan her krizi fırsata çevirmeli ki yükselebilsin.
Uzun zamandır beni hayli yoran bir format ile meşgul ettim gözlerinizi. Hoş, mükemmel insanlar tanımamın yanı sıra sizlere de harika kişiler tanıttığımı veya tanıdığınız kişileri daha derinden idrak etmenizi sağladığımı düşünüyorum. Hafif kafa açan bi cümle oldu. Noktayı koyunca fark ettim :)
E madem öyle bugünün olayına bi girizgah yapalım he. Çiçek gibi bir hayalle giriştiğim bu yazıma lütfen gelececekte iyi bakınız. Öyle ki uzun zamandır 'İzlence' yapmamış olmanın hasretiyle güzel bir şey çıkacağını ümit ediyorum.
Bugünün konusu 'İzlence' konseptimin dokuzuncu bölümüne konuk olan '40' filmi.
Thirty Four Productions imzası taşıyan ve Karga 7 Pictures katkıları ile beyaz perdeye taşınan film Drama türünde kayda değer bir eser olmakla birlikte bu başarısını IMDb'den aldığı 6,7 puanıyla da gözler önüne seriyor. Takvimler 15 Temmuz 2011'i gösterdiğinde vizyona giren film tam anlamıyla baştaki taşa vurulmuş domino kuyruğu.
Filmin yönetmen koltuğunda aynı zamanda senarist ve editör olarak da görev yapan Emre Şahin oturuyor. Sarah Wetherbee ve Emrah Yücel'in yapımcılığını üstlendiği filmin sanat yönetmeni ise Işıl Çağlar Narler. Burcu Ongan'ın uygulayıcı yapımcı olduğu ve John Randono ile Nnamdi Moweta'nın müzik süpervizörlüğünü sırtladığı film bir de Clint Lealos'un görüntü yönetmenliğiyle taçlanınca eser tadından yenmez oluyor.
Oyuncu kadrosunda Ali Atay ve Deniz Çakır gibi usta isimlerin yanı sıra Ntare Guma Mbaho Mwine, Almula Merter, Yosi Mizrahi, Funda Pelin Kurt, Rıza Akın, Asuman Kostak ve dahası isimleri de barındıran eser müzikal anlamda da harika bir işe imza atıldığını iki kere iki dört eder derecesinde ifade ediyor. Öyle ki tam yerinde ve zamanında kulaklarınıza nüfuz eden "İsimsizler, İstanbul, 40, Dead End, Big City, Köçek, Karayel, Düğüm, Kirpiklerin Ok Ok Eyle, Everybody Likes Something Good, Engeller, Doğduğum Günden Bu Güne Kadar, Down Eyleme" gibi şarkıar ile de hikayeyi pekiştiriyor.
A bu arada filmin sonlarına doğru Cem Adrian'ın sesinden gelen 'Çanakkale Türküsü' inanılmaz gereksizdi, saçmaydı, alakasızdı. Neden birden böyle yükseldin diye soranlara İzlence'nin hem övme hem gömme yetkisinin olduğunu hatırlatmakta fayda var. Yetkiyi benliğimden aldım. Hadi biraz karakterlerle uğraşalım.
Sivas'ın İnceyol köyünde bu b*ktan dünyaya selam duran bi taksicimiz var. Adı Metin. Ailenin ölenler sayılmadığı takdirde dokuzuncu ve en küçük çocuğu. Babasının, annesine ve kardeşlerine uyguladığı şiddete dayanamamış olacak ki bir gün mutfakta duran bıçağı alır almaz pederinin sırtına basmış bulundu. Henüz 15 yaşında katil bir çocuksanız yaşadığınız köyde duramazsınız. Bundan dolayıdır ki Metin'in yolu karmaşaya gark olmuş insanların uğrak noktası olan ve cennet ile cehennem arası bi yer zannedilen İstanbul'a düştü.
İstanbul'a geldi gelmesine ama tam 15 sene bilfiil belirli aralıklarla hapise girdi çıktı. Çünkü zor bir şehirdi İstanbul ve Metin çalıp çırpmaktan başka bir şey yapmıyordu. Gardiyandan sigara isteyebilecek samimiyete ulaşan taksicimiz durumu 'gir çık gir çık o*ospu oldu kapılar' şeklinde ifade ediyor. Hem Metin de haklı sanki. Nihayetinde para yok, pul yok, tek tabanca. İstanbul burası. Bitirirler adamı olmaz yani. Ve Metin'in tek tesellisi var.
"Yukarıdaki bir gün bize de bi yol verecek elbet. Bu şekilde olmaz çünkü."
A unutmadan Metin çok güzel küfür ediyor. Gerçekten çok güzel küfür ediyor. Bundan etkilenen yalnıcza ben değilim. Mevzu Atay'ın oyunculuk yeteneğinde patlıyor.
Gelelim hemşiremize. Ben de bu karakterleri niye böyle sahiplendiysem sanki. Neyse. Sevda hemşire. Çalıştığı hastanenin en çapkın doktoruna aşık olmayı başarmış boşlukta bir kadın. Hikayenin geçtiği vakitlerde işten hovardalığı yüzünden atılan eşi ve çocuğu ile kalan Sevda yarasına merhem adına bi dolu evreden geçiyor. 9 ay budist, 17 ay hristiyan ve 3 ay müslüman olan Sevda çareyi numerolojide buluyor. Evrende var olan her şeyin özünde sayısal bir düzenin olduğunu ve numaralar sayesinde bu gizemin çözüldüğünü ifade eden numeroloji hepimizin kaderinin numaralarımızda saklı olduğunu da dile getiriyor.
Mesela filmde geçene göre numeroloji ilminde 23 rakamların en lanetlisiymiş. Ve herkesin kendi uğurlu sayıları varmış. Öyle ki Sevda'nın sayıları ise 2, 4 ve 11. 40 kaderi simgelermiş. Yani numeroloji böyle diyor. Hatta İbraniler'den Eski Mısır'a ve Antik Yunan Mitolojisi'ne kadar hepsi kırka ayrı bir önem verirmiş. Doğrusu şu numeroloji olayı ilgimi çekmedi değil. Hele de Sevda'nın çapkın doktorla evleneceği an imzayı basacakları nikah defterinde kırk yazması beni olayın içine iyice aldı.
Gelelim bir diğer karakterimiz olan Godwill Ogbollu'ya. Kendisi Nijerya, Wawa doğumlu. Ailenin tek çocuğu. Zamanında annesinin kısır olduğu söylentileri varmış. Bu yüzden Papaz ona Tanrı'nın isteği anlamına gelen Godwill ismini vermiş. Bir mucize olarak görülmesi bir yana dursun köye gelen zengin politikacının kızına aşık oluyor. Ve sonrasında Gina'yı -politikacının kızı- görebilmek için Paris'e gidiyor. Fakat Gina'nın okuduğu üniversitenin bulunduğu Paris'e gideceğine yanlışlıkla İstanbul'a geliyor. Şu yanlışlıkla gelme olayında ufak bi nüansı kaçırmış olabilirim. Kaçırmamış da olabilirim. Kurgu çok iyi.
Hikayenin geçtiği vakitlerde çift işte çalışan Godwill'in tek hayali ise Paris'e gidip Gina'yı görebilmek. Bunun için de on bin Euro gerekiyor. Yani tahmin ettiğiniz üzere kaçak taşımacılık. Ve Godwill'in de bir tesellisi var.
"Tanrı beni yarı yolda bırakmaz."
Sırasıyla 19, 18, 20 ve 21 Eylül 2010 tarihlerinde gerçekleşen olayların peşi sıra verilmesiyle ilerleyen eserde 3 ayrı karakterin tek bir çantaya muhtaç olması da ayrı bir ironi.
Beyinler yanmaz umarım da kısaca bi anlatayım şöyle. Bir çanta var. Taksici Metin'e emanet ediliyor. Saat 3'te birine teslim edecek. Metin de kral adam ya hani önce işi beğenmese de sonrasında çantayı alıp gaza basıyor. Abla dediği bi fahişenin yanında kendini doyururken masanın üzerine koyduğu çanta açık camdan aşağı düşüyor. Ve o sırada o sokaktan geçen Godwill kendi alın teri parasını çalan Afrikalı kadını ararken önüne bu çanta düşünce Tanrı'ya teşekkür edip çantayı alıyor ve doğru topuk. Saray bozması bi evde aşağılık bi odada b*k püsürü şeyin içinde zevkten dört köşe olan Metin saatin 3 olduğunu görünce küfür kıyamet gidiyor. Ve tabi çanta yok. Atlıyor arabaya ama kendine nasıl saydırıyor. Kallavi sövgüler diziyor kendisine.
Sonra çantayı ararken çantayı emaneten aldığı Ahmet Abi arıyor. O telaşla bizim Metin camdan sokağa ayağının önüne düşen çantayla kaçan Godwill'e çarpmasın mı? Godwill pert. Metin'in de burnundan kanlar akıyor ama eh işte. Sonra Godwill kaldırılır hastaneye. Yaşamda olması mucize evet de hemşirenin Sevda olmasına ne demeli? Godwill'in çantası Sevda'nın dikkatini çekiyor. Çantayı açan Sevda paraları görünce doğru topuk. Bu sırada çantayı kaybettiği için mafya tarafından bi temiz dövülen ve yüzüne jilet vurulan Metin de aynı hastaneye geliyor ve Sevda, Metin'in yüzüne 23 dikiş atıyor. Hem de şu numerolojide en lanetli sayı olan 23.
Sevda sonraki gece kızını da alıyor ve mutsuz evliliğine son vermek üzere çıkıyor. Öncesinde iyileşen ve ayaklanan Godwill, Sevda'yı takip edip 'çantayı lütfen bana ver. o benim. sana bir şey yapmayacağım.' diyor ancak nafile. Sevda hemşire, esnafı gece vakti Godwill'in üzerine salıp kaçıyor. Godwill esnaftan kaçış için uğraşırken Sevda geceyi sabah ediyor. Tabi Metin'in ağzına s*çan mafya Metin'e çantadaki parayı bulması için bir de 24 saat mühlet veriyor. Metin taksiyle yollarda dolanırken Sevda hemşireyi görüyor ve hastanedeki ilgi, alakasından ötürü 'ben sizi bırakayım.' ayağı yapıyor. Sevda ve kızı Metin'in takside giderken Metin çantayı fark ediyor. Köfteyi çakan Metin yediği dayağın ve çektiği bunca çilenin sefasına nail olmuş olacak ki Sevda'yı ve kızını arabadan indirip 'yüce rabbim, büyüksün ulan!' narası atıyor.
En nihayetinde mafya Ahmet Abi'den Metin'e emanet edilen çanta Godwill'e sonrasında Sevda'ya ardından gene Metin'e geliyor. Bu süreç zarfında olanları anlatmak ayıp olur. Hem belki izlersiniz de. Ali Atay kolpa işe meze olmaz millet. Öyle derler. O sebeple 40 candır.
A bitiş daha bir keyifli. Çantaya onca merhaleden sonra sahip olan Metin hemencecik çantayı Ahmet Abi'ye götürür. Fakat o da nesi? Ahmet Abi'yi ve adamlarını ofiste paket etmişler. Elemanların yanından hayretle geçen Metin çanta emanetini teslim edecek bir Ahmet Abi olmadığını da görünce masada bulunan suyu içer ve sevinçle gider. Su yahu. Bildiğimiz su. Fakat gerçek odur ki ağzı açık su şişesinin içinde duran arı Metin'i suyu içtiği esnada sokar ve Metin çok dayanamadan Taksim'de bir trafik ışığının önünde can verir. Trafik lambasının sayacının 40 saniye olması ve Metin'in bu 40 saniye bitince ölmesi gibi detaylar senariste olan hayranlığımı arttırıyor.
Boş Meşgale, Metin'in işediği yatak gibi adeta. Kötü olsa da üstüne yatmaktan vazgeçmiyorum. Ben burada yanlışlar yapa yapa doğruyu buluyor ve arkadaşlar kaybede kaybede dostlar kazanıyorum. Yıllar sonraki Mustafa'ya söylüyorum.
'Umarım sesin kesilmemiştir. Ve unutma senin sesin ancak sen susarsan kesilir.'
Unutmadan şu çanta vardı ya hani meşhur filmin konusu olan. Heh, işte o çantanın üstünde 40 yazıyor.
Kalın sağlıcakla.
Uzun zamandır beni hayli yoran bir format ile meşgul ettim gözlerinizi. Hoş, mükemmel insanlar tanımamın yanı sıra sizlere de harika kişiler tanıttığımı veya tanıdığınız kişileri daha derinden idrak etmenizi sağladığımı düşünüyorum. Hafif kafa açan bi cümle oldu. Noktayı koyunca fark ettim :)
E madem öyle bugünün olayına bi girizgah yapalım he. Çiçek gibi bir hayalle giriştiğim bu yazıma lütfen gelececekte iyi bakınız. Öyle ki uzun zamandır 'İzlence' yapmamış olmanın hasretiyle güzel bir şey çıkacağını ümit ediyorum.
Bugünün konusu 'İzlence' konseptimin dokuzuncu bölümüne konuk olan '40' filmi.
Thirty Four Productions imzası taşıyan ve Karga 7 Pictures katkıları ile beyaz perdeye taşınan film Drama türünde kayda değer bir eser olmakla birlikte bu başarısını IMDb'den aldığı 6,7 puanıyla da gözler önüne seriyor. Takvimler 15 Temmuz 2011'i gösterdiğinde vizyona giren film tam anlamıyla baştaki taşa vurulmuş domino kuyruğu.
Filmin yönetmen koltuğunda aynı zamanda senarist ve editör olarak da görev yapan Emre Şahin oturuyor. Sarah Wetherbee ve Emrah Yücel'in yapımcılığını üstlendiği filmin sanat yönetmeni ise Işıl Çağlar Narler. Burcu Ongan'ın uygulayıcı yapımcı olduğu ve John Randono ile Nnamdi Moweta'nın müzik süpervizörlüğünü sırtladığı film bir de Clint Lealos'un görüntü yönetmenliğiyle taçlanınca eser tadından yenmez oluyor.
Oyuncu kadrosunda Ali Atay ve Deniz Çakır gibi usta isimlerin yanı sıra Ntare Guma Mbaho Mwine, Almula Merter, Yosi Mizrahi, Funda Pelin Kurt, Rıza Akın, Asuman Kostak ve dahası isimleri de barındıran eser müzikal anlamda da harika bir işe imza atıldığını iki kere iki dört eder derecesinde ifade ediyor. Öyle ki tam yerinde ve zamanında kulaklarınıza nüfuz eden "İsimsizler, İstanbul, 40, Dead End, Big City, Köçek, Karayel, Düğüm, Kirpiklerin Ok Ok Eyle, Everybody Likes Something Good, Engeller, Doğduğum Günden Bu Güne Kadar, Down Eyleme" gibi şarkıar ile de hikayeyi pekiştiriyor.
A bu arada filmin sonlarına doğru Cem Adrian'ın sesinden gelen 'Çanakkale Türküsü' inanılmaz gereksizdi, saçmaydı, alakasızdı. Neden birden böyle yükseldin diye soranlara İzlence'nin hem övme hem gömme yetkisinin olduğunu hatırlatmakta fayda var. Yetkiyi benliğimden aldım. Hadi biraz karakterlerle uğraşalım.
Sivas'ın İnceyol köyünde bu b*ktan dünyaya selam duran bi taksicimiz var. Adı Metin. Ailenin ölenler sayılmadığı takdirde dokuzuncu ve en küçük çocuğu. Babasının, annesine ve kardeşlerine uyguladığı şiddete dayanamamış olacak ki bir gün mutfakta duran bıçağı alır almaz pederinin sırtına basmış bulundu. Henüz 15 yaşında katil bir çocuksanız yaşadığınız köyde duramazsınız. Bundan dolayıdır ki Metin'in yolu karmaşaya gark olmuş insanların uğrak noktası olan ve cennet ile cehennem arası bi yer zannedilen İstanbul'a düştü.
İstanbul'a geldi gelmesine ama tam 15 sene bilfiil belirli aralıklarla hapise girdi çıktı. Çünkü zor bir şehirdi İstanbul ve Metin çalıp çırpmaktan başka bir şey yapmıyordu. Gardiyandan sigara isteyebilecek samimiyete ulaşan taksicimiz durumu 'gir çık gir çık o*ospu oldu kapılar' şeklinde ifade ediyor. Hem Metin de haklı sanki. Nihayetinde para yok, pul yok, tek tabanca. İstanbul burası. Bitirirler adamı olmaz yani. Ve Metin'in tek tesellisi var.
"Yukarıdaki bir gün bize de bi yol verecek elbet. Bu şekilde olmaz çünkü."
A unutmadan Metin çok güzel küfür ediyor. Gerçekten çok güzel küfür ediyor. Bundan etkilenen yalnıcza ben değilim. Mevzu Atay'ın oyunculuk yeteneğinde patlıyor.
Gelelim hemşiremize. Ben de bu karakterleri niye böyle sahiplendiysem sanki. Neyse. Sevda hemşire. Çalıştığı hastanenin en çapkın doktoruna aşık olmayı başarmış boşlukta bir kadın. Hikayenin geçtiği vakitlerde işten hovardalığı yüzünden atılan eşi ve çocuğu ile kalan Sevda yarasına merhem adına bi dolu evreden geçiyor. 9 ay budist, 17 ay hristiyan ve 3 ay müslüman olan Sevda çareyi numerolojide buluyor. Evrende var olan her şeyin özünde sayısal bir düzenin olduğunu ve numaralar sayesinde bu gizemin çözüldüğünü ifade eden numeroloji hepimizin kaderinin numaralarımızda saklı olduğunu da dile getiriyor.
Mesela filmde geçene göre numeroloji ilminde 23 rakamların en lanetlisiymiş. Ve herkesin kendi uğurlu sayıları varmış. Öyle ki Sevda'nın sayıları ise 2, 4 ve 11. 40 kaderi simgelermiş. Yani numeroloji böyle diyor. Hatta İbraniler'den Eski Mısır'a ve Antik Yunan Mitolojisi'ne kadar hepsi kırka ayrı bir önem verirmiş. Doğrusu şu numeroloji olayı ilgimi çekmedi değil. Hele de Sevda'nın çapkın doktorla evleneceği an imzayı basacakları nikah defterinde kırk yazması beni olayın içine iyice aldı.
Gelelim bir diğer karakterimiz olan Godwill Ogbollu'ya. Kendisi Nijerya, Wawa doğumlu. Ailenin tek çocuğu. Zamanında annesinin kısır olduğu söylentileri varmış. Bu yüzden Papaz ona Tanrı'nın isteği anlamına gelen Godwill ismini vermiş. Bir mucize olarak görülmesi bir yana dursun köye gelen zengin politikacının kızına aşık oluyor. Ve sonrasında Gina'yı -politikacının kızı- görebilmek için Paris'e gidiyor. Fakat Gina'nın okuduğu üniversitenin bulunduğu Paris'e gideceğine yanlışlıkla İstanbul'a geliyor. Şu yanlışlıkla gelme olayında ufak bi nüansı kaçırmış olabilirim. Kaçırmamış da olabilirim. Kurgu çok iyi.
Hikayenin geçtiği vakitlerde çift işte çalışan Godwill'in tek hayali ise Paris'e gidip Gina'yı görebilmek. Bunun için de on bin Euro gerekiyor. Yani tahmin ettiğiniz üzere kaçak taşımacılık. Ve Godwill'in de bir tesellisi var.
"Tanrı beni yarı yolda bırakmaz."
Sırasıyla 19, 18, 20 ve 21 Eylül 2010 tarihlerinde gerçekleşen olayların peşi sıra verilmesiyle ilerleyen eserde 3 ayrı karakterin tek bir çantaya muhtaç olması da ayrı bir ironi.
Beyinler yanmaz umarım da kısaca bi anlatayım şöyle. Bir çanta var. Taksici Metin'e emanet ediliyor. Saat 3'te birine teslim edecek. Metin de kral adam ya hani önce işi beğenmese de sonrasında çantayı alıp gaza basıyor. Abla dediği bi fahişenin yanında kendini doyururken masanın üzerine koyduğu çanta açık camdan aşağı düşüyor. Ve o sırada o sokaktan geçen Godwill kendi alın teri parasını çalan Afrikalı kadını ararken önüne bu çanta düşünce Tanrı'ya teşekkür edip çantayı alıyor ve doğru topuk. Saray bozması bi evde aşağılık bi odada b*k püsürü şeyin içinde zevkten dört köşe olan Metin saatin 3 olduğunu görünce küfür kıyamet gidiyor. Ve tabi çanta yok. Atlıyor arabaya ama kendine nasıl saydırıyor. Kallavi sövgüler diziyor kendisine.
Sonra çantayı ararken çantayı emaneten aldığı Ahmet Abi arıyor. O telaşla bizim Metin camdan sokağa ayağının önüne düşen çantayla kaçan Godwill'e çarpmasın mı? Godwill pert. Metin'in de burnundan kanlar akıyor ama eh işte. Sonra Godwill kaldırılır hastaneye. Yaşamda olması mucize evet de hemşirenin Sevda olmasına ne demeli? Godwill'in çantası Sevda'nın dikkatini çekiyor. Çantayı açan Sevda paraları görünce doğru topuk. Bu sırada çantayı kaybettiği için mafya tarafından bi temiz dövülen ve yüzüne jilet vurulan Metin de aynı hastaneye geliyor ve Sevda, Metin'in yüzüne 23 dikiş atıyor. Hem de şu numerolojide en lanetli sayı olan 23.
Sevda sonraki gece kızını da alıyor ve mutsuz evliliğine son vermek üzere çıkıyor. Öncesinde iyileşen ve ayaklanan Godwill, Sevda'yı takip edip 'çantayı lütfen bana ver. o benim. sana bir şey yapmayacağım.' diyor ancak nafile. Sevda hemşire, esnafı gece vakti Godwill'in üzerine salıp kaçıyor. Godwill esnaftan kaçış için uğraşırken Sevda geceyi sabah ediyor. Tabi Metin'in ağzına s*çan mafya Metin'e çantadaki parayı bulması için bir de 24 saat mühlet veriyor. Metin taksiyle yollarda dolanırken Sevda hemşireyi görüyor ve hastanedeki ilgi, alakasından ötürü 'ben sizi bırakayım.' ayağı yapıyor. Sevda ve kızı Metin'in takside giderken Metin çantayı fark ediyor. Köfteyi çakan Metin yediği dayağın ve çektiği bunca çilenin sefasına nail olmuş olacak ki Sevda'yı ve kızını arabadan indirip 'yüce rabbim, büyüksün ulan!' narası atıyor.
En nihayetinde mafya Ahmet Abi'den Metin'e emanet edilen çanta Godwill'e sonrasında Sevda'ya ardından gene Metin'e geliyor. Bu süreç zarfında olanları anlatmak ayıp olur. Hem belki izlersiniz de. Ali Atay kolpa işe meze olmaz millet. Öyle derler. O sebeple 40 candır.
A bitiş daha bir keyifli. Çantaya onca merhaleden sonra sahip olan Metin hemencecik çantayı Ahmet Abi'ye götürür. Fakat o da nesi? Ahmet Abi'yi ve adamlarını ofiste paket etmişler. Elemanların yanından hayretle geçen Metin çanta emanetini teslim edecek bir Ahmet Abi olmadığını da görünce masada bulunan suyu içer ve sevinçle gider. Su yahu. Bildiğimiz su. Fakat gerçek odur ki ağzı açık su şişesinin içinde duran arı Metin'i suyu içtiği esnada sokar ve Metin çok dayanamadan Taksim'de bir trafik ışığının önünde can verir. Trafik lambasının sayacının 40 saniye olması ve Metin'in bu 40 saniye bitince ölmesi gibi detaylar senariste olan hayranlığımı arttırıyor.
Boş Meşgale, Metin'in işediği yatak gibi adeta. Kötü olsa da üstüne yatmaktan vazgeçmiyorum. Ben burada yanlışlar yapa yapa doğruyu buluyor ve arkadaşlar kaybede kaybede dostlar kazanıyorum. Yıllar sonraki Mustafa'ya söylüyorum.
'Umarım sesin kesilmemiştir. Ve unutma senin sesin ancak sen susarsan kesilir.'
Unutmadan şu çanta vardı ya hani meşhur filmin konusu olan. Heh, işte o çantanın üstünde 40 yazıyor.
Kalın sağlıcakla.
Yorumlar
Yorum Gönder