Yumurta & İzlence - 11

Her seferinde yazının başlangıcına itinayla emanet ettiğim girizgah bölümü canımı sıkmış olacak ki bugün direk konuya geçiyorum. A bi de acelem var. E malum ben pizza değilim öyle herkesi mutlu edemem. Hahshahshahah. 40 bin sattı ya lan kitap. İkinci baskı için de harekete geçilmiş üstelik. Ne diyelim, sağlık olsun. Soğanların da kalbi olduğunu unutmamanız temennisiyle.


İzlence'nin 11. bölümüne hoşgeldin sevgili okur. Bugünün konusu 2007 yılında çekilip aynı yıl 9 Kasım'da vizyona giren bir dram filmi. Yumurta. Bahsi geçen film Semih Kaplanoğlu'nun "Yusuf Üçlemesi" adını verdiği serinin ilk filmi. Öyle ki Yumurta'yı 2 Ocak 2009 vizyona giriş tarihiyle Süt ve 9 Nisan 2010 vizyona giriş tarihiyle de Bal takip etmektedir. Hatta üçlemenin son filmi olan "Bal" 60. Berlin Uluslararası Film Festivali'nde galası yapılmış bir film olup festivalin en prestijli ödülü olan 'Altın Ayı' ödülünü kazanmıştır. İfade etmekte fayda var. Hayatta her şeyi yarım bırakan ben, bu seriyi yarım bırakmayacağıma söz veriyorum. Bugün Yumurta'yı anlattığım gibi günü geldiğinde serinin ikinci ve üçüncü filmleri olan Süt'ü ve Bal'ı da anlatacağım.


Kaplan Film Prodüksiyon ve Inkas Film Prodüksiyon şirketlerinin ortak yapımı olan eserde Greek Film Center kuruluşunun ve Eurimages'in desteklerini görmek mümkün. Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın katkılarıyla yapılan filmin sponsorları arasında ise Efes Pilsen'den Fuji Film Türkiye'ye kadar bir çok elibol firma boy gösteriyor. Beyaz perdeye taşınmasıyla Avrupa Film Festivali'nde 12 dalda aday gösterilen Yumurta Panayıtoıs Papazoglou ile Angelos Argıroulıs'un ortak yapımcılıklarıyla taçlanıyor.


Genel Koordinatörlük görevini Özkan Yılmaz'ın üstlendiği eser, Ayhan Ergürsel, Semih Kaplanoğlu ve Suzan Hande Güneri'nin kurgusu ile seyircinin karşısına çıkıyor. Naz Erayda'nın sanat yönetmenliği yaptığı eserin görüntü yönetmeni ise Özgür Eken. İşin senaryo kısmında Semih Kaplanoğlu ve Orçun Köksal'ı gören izleyici yardımcı yönetmen Iraz Uzun'u da görmeden edemiyor. Başlı başına Semih Kaplanoğlu imzası taşıyan filmin yönetmen koltuğunda da ben oturacak değilim ya. Fakat tüm bunlar bi yana dursun. Ben filmin sonunda akan jeneriğe hayran kaldım. Öyle ki filmde rol alan bi çoban köpeğinin dahi -Efe- adıyla birlikte verilmesi hem onu eğiten kişinin -Köpek Eğitmeni: Mustafa Özer- dahi jenerikte yer alması nereden bakarsan bak kral hareket hocam. Zeki Demirkubuz ve Tire Halkı'na edilen teşekkür de ayrı bi güzellik. Film, İzmir'in Tire ilçesinde çekildi bu arada.


Oyuncu kadrosunda Nejat İşler, Saadet Işıl Aksoy, Ufuk Bayraktar, Cengiz Bozkurt, Kaan Karabacak, Tülin Özen, Semra Kaplanoğlu ve Gülçin Santırcıoğlu'nun bulunduğu film Yusuf'un annesinin ölümüyle köye dönüşünün akabininde gelişen olayları ele alıyor. Filmin iki tane ana oyuncusu var. Hadi bi bakınalım onlara.


Birincisi Yusuf. Yani Nejat İşler. Şimdilerde ellisine merdiven dayayan bu herifin bu denli sahici ve hissederek oynamasını aklım almıyor. Sanırım onu benden yani bizden ayrı tutan da bu. Hissetmesi. Evet ben büyük bir Nejat İşler hayranıyım. Allah biliyor ya günlerden birinde bir de bir #Süpertaj. Değme keyfime. Heyt be. Hayali bile güzel. Neyse konuya dönelim. Yusuf bir yazar. Ve isteyince şair olabilen bir yazar. İstanbul'da bir dükkanı var. Zannımca orda yatıp kalkıyor. Sahafçı dükkanı. Zaten film de tam anlamıyla böyle başlıyor. Arkadan ufak bir müzik.Asker botu gibi kalın ve heybetli ayakkabısını çıkaran Yusuf içeriye giren siyah elbiseli alımlı kadına 'kapalıyız.' dese dahi kadın bi yemek kitabı alıp para vermek yerine elindeki şarabı bırakıp gidiyor. E Yusuf bu. Tabi kabul edecek. Nihayetinde çay bardağından şarap içen adam yani. Ardından annesinin ölüm haberini alır almaz kırmızı minimal arabasına atlayıp gençliğinde nefret ettiği Tire'nin yolunu tutuyor Yusuf. Sonrası olaylar olaylar. Çok konuşmayı sevmeyen biri. Ama insanlar okusun diye binevi konuşan biri. Tam olarak bilemeyiz. Ona bakılırsa Kaybedenler Kulübü'nde de bu tarz bir karaktere hayat veriyordu Nejat İşler. İnsani ilişkileri çok iyi olmayan ama insanlar dinlesin diye radyo yayını yapan bi adam. Bu tuhaflık dahi sürükleyiciliği körüklüyor. Emin olabilirsiniz.


Gelelim Ayla'ya. Yusuf'un annesinin yardımcısı. Sanıyorum ki Yusuf'un uzaktan akrabası. Ayla, Yusuf'u tanıyor ve biliyor da. Fakat Yusuf, Ayla hakkında hiçbir şey bilmiyor. Öyle ki annesini defnettikten sonra eve gelen Yusuf, Ayla ile ilk kez orada konuşuyor. Ayla, Zehra Anne'nin işlerini yapar, ona yardım eder. Öte yandan üniversite sınavına hazırlanır. İstanbul veya İzmir'de Diş Teknisyenliği, Muhasebe, Otelcilik neresi olursa olsun diyen biridir. Yani hayatının pek bir numarası yoktur. Ta ki Yusuf, Tire'ye gelene dek. Zehra Anne demişken o da Yusuf'un annesi işte. Binevi görünmez kahraman. Senaryoda olmasa filmin akmaması muhtemel kişilerden. Ve Zehra Annes'yi yalnızca filmin başında görüyoruz. Epeyce uzun bir yol yürüyor. O kadar.


Zehra Anne'nin defin işlemlerinin ardından herkes gidince kabre su döken velete harçlık veren Yusuf ertesi gün kahvaltıyı da aynı veletle yapar. Çocuğun uzantısını anlayabilmiş değilim. Ama mezarın başında aldığı harçlığı kendisine büyük gelen gömleğinin cebinden çıkarıp vermesi hoş bir enstantane idi.


Berberde sakal tıraşı olurken uyuyan Yusuf'tan sürüler otlakta diye yapılan Gölcük gezisine kadar her şeyin ilmek ilmek dokunduğu eser buram buram memleket kokuyor desem yeridir. Zannediyorum zurnanın 'zart' dediği sahne ruha nakleden çiçeklerin sahnesiydi. Oralarda gelenek midir yoksa her yerde öyledir de ben mi bilmiyorum bilinmez ama aileden ölen herkes için bir çiçek vardı odada. Ve Yusuf ise Ayla'ya tanımadığı çiçeklerin kimin adına olduğunu soruyordu ve sonrasında gelen yanıtlar muhabbete yol alıyordu.


Yazdıklarını beğenmeyen yazar Yusuf'un dolaba asılı gazete parçasında bulunan ödül haberini görünce şöyle bi hayal kurmadım değil aslında. Ama sonradan aklıma geldi. Benim annem ben gazeteye çıksam bile kesip dolaba yapıştırmaz. Çünkü babam görür. Hahahshhahah. Düşünsene kaç yıl geçmiş ödül alıp gazeteye çıkıyorum ve babam daha bilmiyor.


Filmin tam da hatırlayamadığım bir yerinde Yusuf'un elinde bir kitap var. Kitabın adı Bal. Ve kapağında da arı resmi var. Bana 'ulan acaba serinin son filmine gönderme mi yapılmış?' diye düşündürtmedi değil hani.

Öte yandan Yusuf ile Ayla'yı evli sanan aklı gidik tiryaki teyzelerden Yusuf'a saldıran çoban köpeğine kadar her şey çok güzel konumlandırılmıştı. Yusuf'un köpek ile birlikte ağlaması ise 'anlayana birader' konseptinde manidar bir sahne olarak kaldı.


Özetle Yusuf'un gençlik aşkı Gül'ün öğretmen geldiği Tire'de geçen film biri kırılan diğeri bulunamayan ötekisi ise Ayla'dan Yusuf'a emanet edilen üç yumurta hasebiyle sağlam bir yapıttır. İzleyin, izlettirin efenim.

Bay Coy.




Yorumlar