Kafamda kontrolünü sağlayamadığım fikirler çarpışıyor. Biri daha bu savaşı kaybetsin istemiyorum. Geçtiğimiz günlerde hayatımda önüme gelmiş olabilecek en harbi fırsatı teptim. Bile bile, çaresizce. Ertelemek aşırı can sıkıcı olmaya başlamışken her sınav öğrencisi gibi amansız bir kaygıya düşmüş durumdayım.
24 Kasım'da yayın hayatına atılmasını umduğum hikayem üzerinde çalışmalarıma ise devam ediyorum. Ben geleceğimi tasarlarken o burada size emanet olacak. Ona iyi bakınız. Kavram Karmaşası'nın beşinci bölümüne hoşgeldiniz.
Temelinde kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğunu savunan, cinsiyet ayrımcılığına düşman bir dünya görüşü olan feminizm, kadınlar ve erkekler dünyanın genelinde eşit haklara sahip olmadıkları için de kadın haklarının korunmasına yönelik çalışmaları kapsar. “E madem eşitlik, neden hep kadınlardan bahsediliyor?” diyenlere verilecek en basit cevap ise budur.
Kadın özgürlüğü temelinde çeşitli alt dalları bulunur. Anarşist dünya görüşüne sahip anarko-feminizm, tüm cinsiyet rollerini ve ataerkilliği reddeden radikal feminizm, doğaya ve kadına hükmetmeyi aynı kefede tartan ekofeminizm gibi.
İlk kez 18. yy’da kadınların yaşam şekillerinde bir devrim meydana gelmesi ve kadın haklarının yasallaşması için bir kadın didindi durdu, adı da Mary Wolstonecraft. 18. yy’da ettiği lafa bir bakın ki , hâla gerçekleşmiş değil bu: “Kadın ve erkek arasında, cinsel arzulama dışında hiçbir fark kalmayıncaya kadar mücadele!”
Feminizme dair tartışmaların ve hareketlenmenin yaşandığı dönem ise 20. yüzyıl. Amerika’da ki ırkçılık karşıtı hareketlerin yükselmesi, tüm dünyada kadınların oy kullanmasına yönelik çalışmalar, doğum kontrolü, kürtaj özgürlüğü, eşit iş ve maaş hakkı gibi konularda yaşanan tartışmalarla feminizm hareketi hız kazandı.
Yazar, filozof ve gazeteci Simone de Beauvoir’ın 40’lı ve 50’li yıllarda öncülük ettiği '2. Dalga Feminizm' ise kadın bedeni üzerine kurulan erkek egemenliğine karşı yürüttüğü çalışmalarla toplumsal cinsiyet kavramını tartışma konusu yaptı ve nihayetinde doğum kontrolü yasallaştı.
'3. Dalga Feminizm' ise 90’lı yıllarda ortaya çıktı. Edindiği konular ise tek tip bir kadından bahsedilemeyeceği, farklı renk, ırk ve cinsel tercihlere sahip kadınların tercihlerine ve haklarına saygı gösterilmesi gerektiğidir.
Feminizm hakkındaki bilgi eksikliği ve önyargılar, görüşü çarpıtan ve içini boşaltan tanımlamaların doğmasına neden oldu. Dolayısıyla çoğumuzun aşina olduğu yanlış anlaşılmalar ortaya çıktı. İşte onlardan bazıları:
Feminizm kadınların üstünlüğünü değil; erkeklerle eşit olduğunu savunur. Yani cinsiyet üzerinden yapılan ayrıma karşı çıkan bir insan hakları mücadelesidir. Bu yüzden bu dünya görüşünü kadın da erkek de savunabilir, hatta savunmalıdır da.
Feminist kadınların agresif olmasının sebebini ise çirkinlikte değil; yıllardır süren adaletsizliğin verdiği öfkede aramak daha mantıklı olur. Bugün hâla feminist olduğunu söyleyen kadınlarla dalga geçiliyor ama kadına şiddetin çözülemediği, kadınların erkeklerden daha az maaş aldığı, gece sokakta yürümenin normal bir durum olamadığı, “Kadın dediğin hem çalışıp hem çocuk bakıp hem de evdeki işlerini halletmeli.” mantığının toplumun birçok kesiminde kabul edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Ha, feministlere yönelik yanlış algıların yerleşmesinde kadınlığını yaşamaktan uzak, tek tipleşmiş, karşı çıktığı şeye dönüşen kadınlar yok mu? Maalesef var ama bu, görüşün yanlış ya da saçma olduğunu göstermez.
Son olarak ifade etmekte fayda var ki kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik muhtelif ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan hareketleri kapsayan feminizm XVIII. yüzyılda Fransa’da filozoflar ve kadın yazarlarca ortaya atılan ve savunulan, daha sonraki yüzyıllarda da her toplumda kendine yandaş bulan, kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan bir akım olmaktan çıkıp kadınların toplum içindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin olarak tanımlanmaktadır.
Sözlükçü tayfanın "lezbiyenliğin ilk adımı, seksizmin kadın tarafı" gibi tanımlamalara maruz bıraktığı feminizim ideolojisinin yanlış anlaşılmadıkça güzellikler doğuracağına inanıyorum.
Bu yazıyı yazarken hayat boyu eşitlikten ziyade adaleti savunduğumu hatırladım. Bu huyumu feminizme uyarladığımda ise her kadına ve totalde aslında cinsiyet fark etmeksizin her insana farklı haklar verilmesi gerekebileceği ihtimalini düşündüm. Peki ya bu durumda feminizmin "kadın-erkek eşittir" davasına haksızlık etmiş olur muyum? İşte bu durumu henüz çözebilmiş değilim. Konuyla alakadar fikirlerinizi yorumlarda paylaşırsanız mutlu olurum.
A bu arada unutmadan üçte ikisini geride bıraktığımız 2019 yılında işlenen 221 kadın cinayetini hatırlatmakta da fayda var.
Off kahretsin. Unuttum. 222 olmuştu değil mi?
Anne lütfen ölme.
Ölmek istemiyorum.
24 Kasım'da yayın hayatına atılmasını umduğum hikayem üzerinde çalışmalarıma ise devam ediyorum. Ben geleceğimi tasarlarken o burada size emanet olacak. Ona iyi bakınız. Kavram Karmaşası'nın beşinci bölümüne hoşgeldiniz.
Temelinde kadınların ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğunu savunan, cinsiyet ayrımcılığına düşman bir dünya görüşü olan feminizm, kadınlar ve erkekler dünyanın genelinde eşit haklara sahip olmadıkları için de kadın haklarının korunmasına yönelik çalışmaları kapsar. “E madem eşitlik, neden hep kadınlardan bahsediliyor?” diyenlere verilecek en basit cevap ise budur.
Kadın özgürlüğü temelinde çeşitli alt dalları bulunur. Anarşist dünya görüşüne sahip anarko-feminizm, tüm cinsiyet rollerini ve ataerkilliği reddeden radikal feminizm, doğaya ve kadına hükmetmeyi aynı kefede tartan ekofeminizm gibi.
İlk kez 18. yy’da kadınların yaşam şekillerinde bir devrim meydana gelmesi ve kadın haklarının yasallaşması için bir kadın didindi durdu, adı da Mary Wolstonecraft. 18. yy’da ettiği lafa bir bakın ki , hâla gerçekleşmiş değil bu: “Kadın ve erkek arasında, cinsel arzulama dışında hiçbir fark kalmayıncaya kadar mücadele!”
Feminizme dair tartışmaların ve hareketlenmenin yaşandığı dönem ise 20. yüzyıl. Amerika’da ki ırkçılık karşıtı hareketlerin yükselmesi, tüm dünyada kadınların oy kullanmasına yönelik çalışmalar, doğum kontrolü, kürtaj özgürlüğü, eşit iş ve maaş hakkı gibi konularda yaşanan tartışmalarla feminizm hareketi hız kazandı.
Yazar, filozof ve gazeteci Simone de Beauvoir’ın 40’lı ve 50’li yıllarda öncülük ettiği '2. Dalga Feminizm' ise kadın bedeni üzerine kurulan erkek egemenliğine karşı yürüttüğü çalışmalarla toplumsal cinsiyet kavramını tartışma konusu yaptı ve nihayetinde doğum kontrolü yasallaştı.
'3. Dalga Feminizm' ise 90’lı yıllarda ortaya çıktı. Edindiği konular ise tek tip bir kadından bahsedilemeyeceği, farklı renk, ırk ve cinsel tercihlere sahip kadınların tercihlerine ve haklarına saygı gösterilmesi gerektiğidir.
Feminizm hakkındaki bilgi eksikliği ve önyargılar, görüşü çarpıtan ve içini boşaltan tanımlamaların doğmasına neden oldu. Dolayısıyla çoğumuzun aşina olduğu yanlış anlaşılmalar ortaya çıktı. İşte onlardan bazıları:
- Feministler erkek düşmanıdır.
- Feministler lezbiyendir.
- Feministler dişiliğini yitirmiş ve erkekleşmiş kadınlardır.
- Koca bulamayan ya da çirkin olan kadınlar feminist olur.
- Feministler kadınların üstünlüğünü savunur.
- Feministlerin tek konusu kadın haklarıdır.
- Bütün feministler aynı.
- Feminist olduğunu iddia eden bir erkeğin tek amacı kadınları tavlamaktır.
Feminizm kadınların üstünlüğünü değil; erkeklerle eşit olduğunu savunur. Yani cinsiyet üzerinden yapılan ayrıma karşı çıkan bir insan hakları mücadelesidir. Bu yüzden bu dünya görüşünü kadın da erkek de savunabilir, hatta savunmalıdır da.
Feminist kadınların agresif olmasının sebebini ise çirkinlikte değil; yıllardır süren adaletsizliğin verdiği öfkede aramak daha mantıklı olur. Bugün hâla feminist olduğunu söyleyen kadınlarla dalga geçiliyor ama kadına şiddetin çözülemediği, kadınların erkeklerden daha az maaş aldığı, gece sokakta yürümenin normal bir durum olamadığı, “Kadın dediğin hem çalışıp hem çocuk bakıp hem de evdeki işlerini halletmeli.” mantığının toplumun birçok kesiminde kabul edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Ha, feministlere yönelik yanlış algıların yerleşmesinde kadınlığını yaşamaktan uzak, tek tipleşmiş, karşı çıktığı şeye dönüşen kadınlar yok mu? Maalesef var ama bu, görüşün yanlış ya da saçma olduğunu göstermez.
Son olarak ifade etmekte fayda var ki kadınların haklarını tanıyarak bu hakların korunması amacıyla eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına yönelik muhtelif ideolojiler, toplumsal hareketler ve kitle örgütlerinden oluşan hareketleri kapsayan feminizm XVIII. yüzyılda Fransa’da filozoflar ve kadın yazarlarca ortaya atılan ve savunulan, daha sonraki yüzyıllarda da her toplumda kendine yandaş bulan, kadının siyasal ve toplumsal haklar bakımından erkekle eşit olması gerektiğini öne süren ve bunu gerçekleştirmeye çalışan bir akım olmaktan çıkıp kadınların toplum içindeki rolünü ve haklarını genişletmeyi öngören bir doktrin olarak tanımlanmaktadır.
Sözlükçü tayfanın "lezbiyenliğin ilk adımı, seksizmin kadın tarafı" gibi tanımlamalara maruz bıraktığı feminizim ideolojisinin yanlış anlaşılmadıkça güzellikler doğuracağına inanıyorum.
Bu yazıyı yazarken hayat boyu eşitlikten ziyade adaleti savunduğumu hatırladım. Bu huyumu feminizme uyarladığımda ise her kadına ve totalde aslında cinsiyet fark etmeksizin her insana farklı haklar verilmesi gerekebileceği ihtimalini düşündüm. Peki ya bu durumda feminizmin "kadın-erkek eşittir" davasına haksızlık etmiş olur muyum? İşte bu durumu henüz çözebilmiş değilim. Konuyla alakadar fikirlerinizi yorumlarda paylaşırsanız mutlu olurum.
A bu arada unutmadan üçte ikisini geride bıraktığımız 2019 yılında işlenen 221 kadın cinayetini hatırlatmakta da fayda var.
Off kahretsin. Unuttum. 222 olmuştu değil mi?
Anne lütfen ölme.
Ölmek istemiyorum.
Yorumlar
Yorum Gönder