8 Saniye & İzlence - 14

Geride bıraktığımız yaklaşık iki aylık süre zarfında durmadan araştırdığım bir şey var. Beklenen büyük İstanbul depremi. Konuya ilişkin bir yazı kaleme almalı mıyım bilmiyorum ancak farkında olmalısınız ki yaşamımız hiç bu kadar tehlikeye girmemişti. Öğrendiklerimi anlatmaktan acizim ve ziyadesiyle korkuyorum da. Uzmanların 2019-2021 yılları arasında beklediği bu depremden kaçış imkansız. Hele de Avcılar, Bakırköy, Maltepe, Kartal gibi yerlerde yaşayanlarımızın vay haline. Hatırlatmakta fayda var ki 99 depreminde Avcılar, depremin odak noktasına Zeytinburnu’ndan, Kadıköy’den ve Bakırköy’den daha uzak olmasına rağmen daha çok zarar görmüştü. Bu da 12 yıldır içerisinde bulunduğum semtten korkmama yeterli oluyor. Kanımca doğal afetlerin en fecisi olan deprem, bu sefer çok ama çok daha fazla can yakacak. Ülke ticaretinin kalbi olan bu ehemmiyetli kentin yok oluşuyla yaşanacak ulusal sıkıntılardan bahsetmiyorum bile.

Henüz deprem olmamışken sizlerle buluşturabildiğim bir diğer yazım olan İzlence'nin 14. bölümüne hoşgeldiniz. Bugünün konusu 8 Saniye.


27 Şubat 2015 tarihinde beyaz perdede boy göstermeye başlayan eser Fantastik/Biyografi alanında adından söz ettiren bir film. 10 üzerinden 6,5 ile IMDb'de gövde gösterisi yapan film Warner Bros., Böcek Film, BKM ve Galata Film imzası taşıyor. Çekimleri Mardin ve İstanbul'da yapılan film başrol oyuncusu Esra İnal'ın hayat hikayesinden esinlenilerek yapılmış.


Yönetmen koltuğunda Ömer Faruk Sorak'ın oturduğu eser Tıl Schweiger, Tom Zickler, İpek Sorak, Necati Akpınar ve Taha Altaylı yapımcılığında şahlanıyor. Esra İnal ve Nuran Evren Şit imzası taşıyan senaryoyu seyirciye titizlikle gösteren görüntü yönetmeni ise Emmanuel Kadosh'tan başkası değil. Gustavo Farias'ın müziklerini, Levent Çelebi'nin kurgusunu, Defne Deliormanlı'nın ise yardımcı yönetmenliği üstlendiği filmin sanat yönetmenliği vazifesi de Deniz Göktürk Kobanbay'a ait. Yılmaz Erdoğan ve Grit Boettcher'in konuk oyuncu olduğu yapımın 'İnsanın kaderi kendi çabasına bağlıdır.' gibi iddialı bir cümleyle başlaması da hoşuma gitmedi değil.


Oyuncu kadrosunda Esra İnal, Fahri Yardım, Fırat Çelik, Mehmet Kurtuluş, Salih Kalyon, Sema Poyraz, Ceylin Adıyaman, Axel Stein, Devrim Yakut, Demet Gül, Ralph Herforth, Masha Tokareva, Don Miguel Ruiz ve dahası isimleri barındıran film şizofrenik sancılarla can çekişse de ataerkil topluma cesurca başkaldıran bi kadın profilini inceliyor.

"Şemsiyenin Altında, Dergah, Yansıma, Gel Benimle, Umrumda, All The Way, Gracıos A La Vıda" şarkılarıyla renklendirilen yapımın yer yer dini, hikayeyle harmanlayıp işe enteresanlık damgası basmasıysa takdire şayan.


Fragmanda dahi 'ben sağlam işim hoca' çığlıkları atan eserin efektlerine baktığınız zaman ne denli emek harcandığını görebiliyorsunuz. Gerçek bir hayat hikayesinin sinemaya taşınması da ayrı bir güzellik bence. Çünkü bu yaşayan için inanılmaz büyük bir cesaret. Hele de bu filmde olduğu gibi hem onca şeyi yaşa sonra yaz, oyna, filmini yap. Çifte kavrulmuş olur insan. Ama helal olsun.


Farklı olmanın kötü bir şey olmadığını, korkmamayı, hayal kurmaktan vazgeçmemeyi salık veren film semazenlerin duruşları ile alakadar verdiği bilgiyle benim ilgimi kazandı. Zira bir eli yukarıya diğer eli aşağıya bakan semazenler gökyüzünden aldığı sevgiyi yeryüzüne dağıtırlarmış.


Hayatlarımızı dünyaya göre değil de güneşe göre hesaplamış olsaydık ömrümüzün ortalama 8 saniye olacağı gerçeğiyle bizi karşı karşıya bırakan eser yer yer yapılan zihin kritikleriyle de insanı düşündürüyor.


Esra İnal'ın sesinden duyduğumuz '8 Saniye. 8 Saniye içinde olmak. 8 Saniye parlayan ve sönen. Bir nefes kadar kısa.' bölümüyle hayatın durdurulamadıkça bitişe yaklaşan yolculuğunu sorgulatan eser yıllardır gerçekler ve yalanlar olmak üzere iki dünya arasında sıkışıp kalan genç bir kadının yaşantısını gözler önüne seriyor.


Namaz kılan babasına "Allah'la konuşuyorsun değil mi? Sorsana beni seviyor mu?" diye safiyane bir istekte bulunan Esra'dan şizofreni tanısı konulduğu için tımarhaneye yatırılan Esra'ya. Olayı en başından tüm detaylarıyla izleyebileceğiniz bu eserin yarısının Almanca dilinde olduğunu söylemekte fayda var. Bu arada alt yazılı versiyonunu da bulabilmiş değilim. Belki de o sebeple filmin kavram golünü bulamadım. Çünkü Almanca konuşulan yerlerde yalnızca görüntüden tahminlerde bulunuyordum.


Nasıl ki bir kediye kuş ol diyemiyorsak tıpkı öyle de kendimiz gibi olmadığımız veya olamadığımız bir yerde var olamayacağımızı dile getiren Esra hayattaki varoluşumuzu gerçekten hissettiğimiz iki önemli anı aşık olduğumuzda ve ölüm kendisini hatırlattığında şeklinde ifade ediyor.


36 saat dönen semazenin deli sanılmasına karşın derviş olması mıdır bizi şaşırtan yoksa Ruız'in 'love ise life' felsefesi midir yaşamı yaşanabilir kılan. Bunlar subjektif yargılardır ve nabza göre şerbet alır. Dolayısıyla genellemesi de kimseye düşmez.


Hal böyleyken önce Tayfun'a sonra da Muhittin'e emanet olan İnal kime emanet olduysa olduramayınca kendini kendine emanet eder. Tabi bunu hayat kıyafetini üzerinde daha fazla taşıyamadığından dolayı ölemediği başarısız intihar girişiminden sonra yapar. Belki de dileği gerçek olmuştur da Allah onu affetmiştir. Çünkü Esra Allah'ı sevmekten hiç vazgeçmemişti.


Hayatı zehir zemberek eden rüyalarla kendinden geçen Esra'nın kendisine, aşka, hayata, doğru bildiği her şeye olan inancını kaybetmesi ve devamlı bir acı içerisinde olmasıysa cabası. Ne gündüz ne de gece huzuru olmayan Esra'nın iyileşmesi ise insanı musmutlu kılan gelişmelerden biri. Özellikle filmin bitimine doğru verilen şu mesajla gözlerim doldu desem yeridir.


"Bu film bittiğinde hayatınızda en az bir kişiyi affetmiş olun. Ama önce kendinizi. Unutmayın bunun için 8 saniyeniz var."

Ahali şu yazılara biraz yorum mu zımbalasanız ne? Unutmayın bunun için sadece 8 saniyeniz var. Hahahsahh.
Kendinize iyi bakın.


Yorumlar