Meryabazar. Okulların açılmasıyla yaşanan heyecan ve buhran sorunsalları da eşitlendiğine göre tıpkı her Pazar olduğum gibi burada olabilirim. Kimi zamanlar haklı olmanın bir meziyet olmasını diliyorum. Zira öbür türlü bu kutsal durumun kıymeti anlaşılmaz hale geliyor. Üstelik bünyesinde barındığımız eğitim sisteminde haklı oluşumuz yargılanabileceğimiz gerçeğini ortadan kaldırmıyor. Uzun lafın kısası 'hocalar bana taktı abi' demek isterdim fakat ben de pek matah bir adam değilim hani.
İyisi mi biz yazımıza geçelim. Hem en nihayetinde ne demişler:
'Bu Dünya kimseye Karl Marx.'
Komünizm; toprak, doğal kaynaklar ve fabrikalar gibi üretim araçlarının özel kişilere değil, kolektif bir bütüne (uygulamada devlete) ait olduğu, insan emeği sonucunda, bu üretim araçları kullanılarak elde edilen zenginliğin ise insanların ihtiyaçlarına göre paylaşıldığı bir toplumsal düzen isteğine verilen addır.
Bu bağlamda Komünizm, mal ve hizmetlerin kar amacı güden özel kişilerce üretildiği ve yürütüldüğü 'Kapitalist' sisteme bir tepki olarak doğmuştur ve özünde eşitlikçi bir toplumsal düzen kurma arzusudur.
Komünizm olarak adlandırılan düşünce sistemini bence altın golü ise şu cümledir:
“Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre…”
Komünist düşünce büyük oranda Alman düşünür Karl Marx ve Fredrich Engels’in eserlerine dayanır. 1848’de yayımlanan “Komünist Manifesto” adlı eserlerinde Marx ve Engels, toplumdaki birçok problemin zenginliğin adaletsiz dağıtımından kaynaklandığını savunmuşlardır. Toplumdaki herkese zenginlik ve refah getirebilmenin yegâne yolunun, toplumdaki zengin ve fakir arasındaki ayrımı yok etmekten geçtiğini bilen bu aydın abilerimiz zenginlerin, zenginliklerini ve toplumdaki konumlarını gönüllü olarak bırakmayacağını da bildikleri için fakirlerin –daha doğrusu işçi sınıfının- bir devrim yapması gerektiğini izah etmeye çalışmışlardır. Komünizm ve devrim arasındaki ilişki ise işte buradan gelmiş.
Marx ve Engels’in 1840’lı yıllarda ortaya koyduğu bu düşünceler; Sovyetler Birliği, Çin, Doğu Almanya, Küba, Kuzey Kore gibi ülkelerde uygulama alanı bulmuş, ancak teoriden beklenen sonuçlar pratik düzeyde ortaya çıkmamıştır.
Bu dönemde birçok komünist ülkenin adı sefalet ve yoksullukla anılmıştır. 1970’lerde yani Marx’ın ölümünün üzerinden yaklaşık yüzyıl geçmişken dünyanın neredeyse üçte biri Komünist ideolojiyi benimsediklerini iddia eden devletler tarafından yönetilmiştir.
Ancak Komünizmin yükselişi bu şekilde devam edememiş ve Komünizm, özellikle 89’da Berlin Duvarı’nın çöküşü ve Sovyetlerin yıkılışıyla büyük bir düşüşe geçmiştir. Bunun en temel nedeni ise öncesinde de ifade ettiğim gibi komünizmin kendisinden teorik olarak beklenen sonuçları doğurmaması ve birçok ülkeyi öncesinden daha büyük bir yoksulluk ve sefalete sürüklemesidir.
Yahu birader iyi tamam anlattın da bu komünist düşünce denen siyasi ideoloji hangi felsefi arka plana dayanıyor diye soranlara buyursunlar yeni bir pencere.
Komünizm bir ideoloji ve felsefe olarak tam anlamıyla Karl Marx ile özdeşleşmiştir. Onun düşüncelerini geçmiş dönem sosyalist düşüncelerinden ayıran en önemli özellik ise Marx’ın fikirlerini tarihsel ve ekonomik bir bağlama oturtmuş olma iddiasıdır.
“Diyalektik Materyalizm” adı verilen bir tarih felsefesiyle yola çıkan Marx, tarihsel ve sosyal gelişmenin temelinde maddi koşulların olduğunu; bu koşulların üretilme biçiminin hayatın tüm diğer yönlerini de (siyaset, din, kültür vs.) belirlediğini iddia etmiştir. Yani Marx’a göre bir ülkede hakim olan siyaset, din ya da kültür anlayışı, o ülkedeki ekonomik yapının bir sonucudur. Bir diğer ifadeyle toplumsal hayattaki en önemli belirleyici etken ekonomidir. Günümüz ülkelerine ve Türkiye'ye bakarsak bu sözün pek de yanlış olduğunu söyleyemeyiz.
Marx’a göre, özel mülkiyete dayalı her üretim biçimi ve bu üretim biçiminden kaynaklı her toplumsal yapı yok olmaya mahkumdur. Zira özel mülkiyet insanlar arasında eşitsizlik yaratarak onların çeşitli sınıflara ayrışmasına neden olur ve bu sınıflar arasında çıkan çatışmalarsa tarihsel değişime sebebiyet verir.
Yani bunun Türkçe meali, tarihte yaşanan bütün çatışmalar, ekmek kavgasının bir sonucudur. Bu çatışmayı ortadan kaldırabilmenin yolu ise ekmeği eşit bölüştürmektir. Çatışmanın son bulacağı böylesi bir ortam, insanlığın nihai örgütlenme biçimi olacaktır.
Bu doğrultuda Marx, tarihsel evrim içerisindeki toplumsal yapıları şu şekilde sıralamıştır:
Kapitalizmi, ticaret kapitalizmi ve tekeller kapitalizmi olmak üzere iki döneme ayıran Marx, bu dönemlendirmesi ile kapitalizmde toplumsal zenginliğin giderek küçük bir azınlığın elinde toplanacağını ve buna paralel olarak da toplumun geniş kesimlerinin giderek proleterleşeceğini öngörmüş.
Marx’ın deyimiyle “Kapitalizm kendi mezar kazıcısı olan işçi sınıfını da beraberinde yaratmıştır.”
Umut ediyoruz ki bir devrimle iktidara el koyacak ve kendi diktatörlüğünü kuracak olan işçi sınıfı, sosyalist aşama olarak adlandırılan bu toplumsal düzeni, özel mülkiyet ile devletin tamamen ortadan kaldırıldığı ve yeni bir kolektif üretim biçiminin tesis edildiği Komünist toplumsal yapıya geçiş için kullanacaktır.
20. yüzyıla damgasını vuran komünizm ideolojisinin savunucusu, kapitalist düzeni reddeden, herkesin eşit şartlarda yaşaması gerektiğini düşünen kişidir. İnsanların birbirlerini sömürmelerine karşı olan komünistler, çoğu kişiye göre imkansız olan bir ideolojinin özlemini çekmektedir. Zira daha önce denenen komünist sistemlerin başarısızlıkla sonuçlandığı ve komünizm adı altında uygulanmaya çalışılan sistemin düşüncenin özüyle pek alakalı olmadığı açıkça görülmüştür.
Hakkında harbi kalifiye bir bilgi birikime sahip olmasam da komünist ülkelere de değinmek istiyorum. Çünkü komünizmle yönetilen bir ülkede özel mülkiyetin olmaması ve eşitliğin sağlanması gerekmektedir. Ancak komünist partinin iktidarda olduğu ülkelere baktığımızda, bu şartların pek sağlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Örneğin; Çin kendini komünist rejimli bir ülke olarak gösteriyor. Ancak ülkede kapitalizmin baskın olduğu yönler açık ve seçik bir biçimde görülebiliyor. Kaynaklardan komünizmle yönetildiklerini iddia eden bir kaç ülke daha buldum. İşte onlardan bazıları:
İyisi mi biz yazımıza geçelim. Hem en nihayetinde ne demişler:
'Bu Dünya kimseye Karl Marx.'
Komünizm; toprak, doğal kaynaklar ve fabrikalar gibi üretim araçlarının özel kişilere değil, kolektif bir bütüne (uygulamada devlete) ait olduğu, insan emeği sonucunda, bu üretim araçları kullanılarak elde edilen zenginliğin ise insanların ihtiyaçlarına göre paylaşıldığı bir toplumsal düzen isteğine verilen addır.
Bu bağlamda Komünizm, mal ve hizmetlerin kar amacı güden özel kişilerce üretildiği ve yürütüldüğü 'Kapitalist' sisteme bir tepki olarak doğmuştur ve özünde eşitlikçi bir toplumsal düzen kurma arzusudur.
Komünizm olarak adlandırılan düşünce sistemini bence altın golü ise şu cümledir:
“Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre…”
Komünist düşünce büyük oranda Alman düşünür Karl Marx ve Fredrich Engels’in eserlerine dayanır. 1848’de yayımlanan “Komünist Manifesto” adlı eserlerinde Marx ve Engels, toplumdaki birçok problemin zenginliğin adaletsiz dağıtımından kaynaklandığını savunmuşlardır. Toplumdaki herkese zenginlik ve refah getirebilmenin yegâne yolunun, toplumdaki zengin ve fakir arasındaki ayrımı yok etmekten geçtiğini bilen bu aydın abilerimiz zenginlerin, zenginliklerini ve toplumdaki konumlarını gönüllü olarak bırakmayacağını da bildikleri için fakirlerin –daha doğrusu işçi sınıfının- bir devrim yapması gerektiğini izah etmeye çalışmışlardır. Komünizm ve devrim arasındaki ilişki ise işte buradan gelmiş.
Marx ve Engels’in 1840’lı yıllarda ortaya koyduğu bu düşünceler; Sovyetler Birliği, Çin, Doğu Almanya, Küba, Kuzey Kore gibi ülkelerde uygulama alanı bulmuş, ancak teoriden beklenen sonuçlar pratik düzeyde ortaya çıkmamıştır.
Bu dönemde birçok komünist ülkenin adı sefalet ve yoksullukla anılmıştır. 1970’lerde yani Marx’ın ölümünün üzerinden yaklaşık yüzyıl geçmişken dünyanın neredeyse üçte biri Komünist ideolojiyi benimsediklerini iddia eden devletler tarafından yönetilmiştir.
Ancak Komünizmin yükselişi bu şekilde devam edememiş ve Komünizm, özellikle 89’da Berlin Duvarı’nın çöküşü ve Sovyetlerin yıkılışıyla büyük bir düşüşe geçmiştir. Bunun en temel nedeni ise öncesinde de ifade ettiğim gibi komünizmin kendisinden teorik olarak beklenen sonuçları doğurmaması ve birçok ülkeyi öncesinden daha büyük bir yoksulluk ve sefalete sürüklemesidir.
Yahu birader iyi tamam anlattın da bu komünist düşünce denen siyasi ideoloji hangi felsefi arka plana dayanıyor diye soranlara buyursunlar yeni bir pencere.
Komünizm bir ideoloji ve felsefe olarak tam anlamıyla Karl Marx ile özdeşleşmiştir. Onun düşüncelerini geçmiş dönem sosyalist düşüncelerinden ayıran en önemli özellik ise Marx’ın fikirlerini tarihsel ve ekonomik bir bağlama oturtmuş olma iddiasıdır.
“Diyalektik Materyalizm” adı verilen bir tarih felsefesiyle yola çıkan Marx, tarihsel ve sosyal gelişmenin temelinde maddi koşulların olduğunu; bu koşulların üretilme biçiminin hayatın tüm diğer yönlerini de (siyaset, din, kültür vs.) belirlediğini iddia etmiştir. Yani Marx’a göre bir ülkede hakim olan siyaset, din ya da kültür anlayışı, o ülkedeki ekonomik yapının bir sonucudur. Bir diğer ifadeyle toplumsal hayattaki en önemli belirleyici etken ekonomidir. Günümüz ülkelerine ve Türkiye'ye bakarsak bu sözün pek de yanlış olduğunu söyleyemeyiz.
Marx’a göre, özel mülkiyete dayalı her üretim biçimi ve bu üretim biçiminden kaynaklı her toplumsal yapı yok olmaya mahkumdur. Zira özel mülkiyet insanlar arasında eşitsizlik yaratarak onların çeşitli sınıflara ayrışmasına neden olur ve bu sınıflar arasında çıkan çatışmalarsa tarihsel değişime sebebiyet verir.
Yani bunun Türkçe meali, tarihte yaşanan bütün çatışmalar, ekmek kavgasının bir sonucudur. Bu çatışmayı ortadan kaldırabilmenin yolu ise ekmeği eşit bölüştürmektir. Çatışmanın son bulacağı böylesi bir ortam, insanlığın nihai örgütlenme biçimi olacaktır.
Bu doğrultuda Marx, tarihsel evrim içerisindeki toplumsal yapıları şu şekilde sıralamıştır:
- İlkel Komünal Toplum
- Antik Köleci Toplum
- Feodal Toplum
- Kapitalist Toplum
- Sosyalist Toplum
- Komünist Toplum
Kapitalizmi, ticaret kapitalizmi ve tekeller kapitalizmi olmak üzere iki döneme ayıran Marx, bu dönemlendirmesi ile kapitalizmde toplumsal zenginliğin giderek küçük bir azınlığın elinde toplanacağını ve buna paralel olarak da toplumun geniş kesimlerinin giderek proleterleşeceğini öngörmüş.
Marx’ın deyimiyle “Kapitalizm kendi mezar kazıcısı olan işçi sınıfını da beraberinde yaratmıştır.”
Umut ediyoruz ki bir devrimle iktidara el koyacak ve kendi diktatörlüğünü kuracak olan işçi sınıfı, sosyalist aşama olarak adlandırılan bu toplumsal düzeni, özel mülkiyet ile devletin tamamen ortadan kaldırıldığı ve yeni bir kolektif üretim biçiminin tesis edildiği Komünist toplumsal yapıya geçiş için kullanacaktır.
20. yüzyıla damgasını vuran komünizm ideolojisinin savunucusu, kapitalist düzeni reddeden, herkesin eşit şartlarda yaşaması gerektiğini düşünen kişidir. İnsanların birbirlerini sömürmelerine karşı olan komünistler, çoğu kişiye göre imkansız olan bir ideolojinin özlemini çekmektedir. Zira daha önce denenen komünist sistemlerin başarısızlıkla sonuçlandığı ve komünizm adı altında uygulanmaya çalışılan sistemin düşüncenin özüyle pek alakalı olmadığı açıkça görülmüştür.
Hakkında harbi kalifiye bir bilgi birikime sahip olmasam da komünist ülkelere de değinmek istiyorum. Çünkü komünizmle yönetilen bir ülkede özel mülkiyetin olmaması ve eşitliğin sağlanması gerekmektedir. Ancak komünist partinin iktidarda olduğu ülkelere baktığımızda, bu şartların pek sağlanmadığını açıkça görebiliyoruz. Örneğin; Çin kendini komünist rejimli bir ülke olarak gösteriyor. Ancak ülkede kapitalizmin baskın olduğu yönler açık ve seçik bir biçimde görülebiliyor. Kaynaklardan komünizmle yönetildiklerini iddia eden bir kaç ülke daha buldum. İşte onlardan bazıları:
- Kuzey Kore
- Küba
- Vietnam
- Laos
Kökeni Latincedeki communis kavramına dayanan komünizm ortak ve evrensel anlamlarına gelmektedir. Türkçeye, Fransızca communisme kavramından geçip Türk Dil Kurumu sözlüğünde bütün malların ortaklaşa kullanıldığı ve özel mülkiyetin olmadığı toplum düzeni olarak tanımlanan komünizmin sadece üretim araçlarının ortaklaşalığına dayanan sosyalizmden ayırt edilmesi gerekir.
Sabah sabah gıcırından bir felsefe dersi işleyip üstüne kahvaltı yapmadan tek demli çay ile bunu yazınca ayrı bir manidar oldu sanki.
Kalın sağlıcakla...
*Çeşitli kaynaklardan yararlanılmıştır.
Mustafa Bakır
Yorumlar
Yorum Gönder