Zaman zaman şahısların hırslarıyla birlikte gömüldüklerini görmek keyif verici olabiliyor. Fakat bazen onlara acıyorum da. Öyle ki kendini motive etmekle gözü hiçbir şeyi görmemek arasında var olan farkı kavramaya adadığım şu kısa yaşantımda hedef ve sonuca sebepleri takip etmeden direkt ulaşma isteği gösterenlerin muvaffak olduklarını göremedim.
Yabancılara satılmayan her karışına kurban olunası memleketimin yaklaşık üç milyon sınav öğrencisinden biri olarak bu vahim resmi görebilmem de oldukça mümkün. Özelinden devletine dek çalışanı adeta bir köle gibi kullanan bir sistemin çarkına dişli olabilmek için çaba sarf eden tanıdıklarıma hayatı kaçırdıklarını söylesem de sözümü geçiremiyorum.
Dilerim bazıları yakın arkadaşım olan bu tanıdıklarım söylemek istediklerimi tasarladığı uçağa alacak konuk yolcusu yani yıllarca yanında olan bir dostu olmadığında yahut akademisyen olarak kaldığı üniversitenin mezunlarından hiçbiri kendisini tanımadığında anlamaya kalkışmazlar. Zira o zaman geri dönüşü olmayan o çarkın en azılı dişlilerinden oldukları gerçeğiyle yüzleşmek onlara hayli ağır gelecektir.
Oysa ben bunu reddediyor ve de kabul etmiyorum. Fabrikaların kapatıldığı, köprülerin satıldığı, sağlık hizmetlerinin hala ücretli olduğu, vatandaşlığın 250.00 dolara verildiği bir ülkede eğitime inanıyorum. Ama ümidiniz olan gençliği robotik cihazlara çevirdiğiniz mükemmeliyetçi ve durmak bilmeyen güya inovatif eğitiminize değil her şeyin zamanında ve yerinde öğrenildiği kusurlarıyla tamamlanan doğal eğitime inanıyorum. Öyle ki bazı dostlarım bunun birer ütopya olduğunu söylüyorlar. Lakin distopya aleminde yaşamamıza laf etmeyenlerden de bunu beklemeliydim.
Demem şudur sevgili okur, ben yıllar sonra sevmediğim bir işi yapacaksam şimdilerde elimden kayan yaşantımın tek suçlusu da olamam. Asla tüm suç öğrencide yahut tüm suç öğretmende de diyemem. Fakat dilimize Arapça'dan geçen başarı sözcüğüne öylesine anlamlar yüklemişiz ki akıl sır ermiyor.
Eskiden çocuklar misafirleriyle ilgilenebiliyor mu, ailesine zorluk çıkarıyor mu, annesine yardım ediyor mu, babasını gururlandırıyor mu, mahallede iyi biliniyor mu, darda olana kol kucak gerip açı doyuruyor mu diye değerlendirilirdi. Oysa günümüzde okullarda günlerini heba eden ben dahil tüm gençlerimizin değerlendirilme kıstası notları ve netleri üzerinden yapılıyor. İki çay koymayı bilmesin ama matematiği beş olsun. Parasız kalan arkadaşına borç vermesin ama TYT'de en az 80 net yapsın. Bayramda seyranda ailesine selam sabah etmesin ama sırtını devlete dayasın, altında arabası, başını koyacağı evi olsun. Kusura bakmayın baylar bayanlar. Ben bu anlayışa karşıyım.
Yahu hem biri de çıkıp demiyor ki bunları yaptırdığın evladının ya bir de kötü günü olsa? Bu çocuk nasıl öğrenecek hayatı? Sevmeyi, üzülmeyi, gülmeyi, öfkelenmeyi, kazanmayı, dinginliği, aşkı, hiddeti, kaybetmeyi nasıl öğrenecek? Sabahtan akşama kadar sıralarda kıçını düzleştirdiğiniz evlatlarınız yarın öbür gün bir parkın bankına sığabilecek mi? Dara düşerse sokakta hayatını idame ettirebilecek mi? Her denemeden sonra yediği ince kenarlı Akdeniz mantarlı pizzası olmayınca hayatı aynı perdeden sevebilecek mi?
Ben tüm bunların farkında olmaktan oldukça memnunum. Şimdilik yüzlerce kişiye seslenerek duyurduğum bu sorgulamalarımı eğer sisteme yenik düşmez isem kitaplarım ve radyo programlarım ile daha fazla insana duyuracağım. Ve biliyorum ki vefat eden anneannesinin fularını boynunda taşıyan bir torun olmak sürece saygıdan ziyade yaşama örülen kusursuzluk duvarlarının yıkımının kanıtıdır.
Ve hayatını saçma bir gelecek kaygısına feda eden sayın embesillere son bir mesaj. Bilmelisiniz ki akıllarda ve kalplerde bıraktığınız intiba her sabah saat yedide, devasa plazalarınızda başlayacak olan start-up zımbırtılarınızdan daha değerlidir.
Midesi hayli rahatsız olan bir adamken yetmiyormuş gibi sizin başarı sancınızı çekecek değilim. Haftaya daha bol kusurla görüşmek üzere.
Sağlıcakla kalın.
Yabancılara satılmayan her karışına kurban olunası memleketimin yaklaşık üç milyon sınav öğrencisinden biri olarak bu vahim resmi görebilmem de oldukça mümkün. Özelinden devletine dek çalışanı adeta bir köle gibi kullanan bir sistemin çarkına dişli olabilmek için çaba sarf eden tanıdıklarıma hayatı kaçırdıklarını söylesem de sözümü geçiremiyorum.
Dilerim bazıları yakın arkadaşım olan bu tanıdıklarım söylemek istediklerimi tasarladığı uçağa alacak konuk yolcusu yani yıllarca yanında olan bir dostu olmadığında yahut akademisyen olarak kaldığı üniversitenin mezunlarından hiçbiri kendisini tanımadığında anlamaya kalkışmazlar. Zira o zaman geri dönüşü olmayan o çarkın en azılı dişlilerinden oldukları gerçeğiyle yüzleşmek onlara hayli ağır gelecektir.
Oysa ben bunu reddediyor ve de kabul etmiyorum. Fabrikaların kapatıldığı, köprülerin satıldığı, sağlık hizmetlerinin hala ücretli olduğu, vatandaşlığın 250.00 dolara verildiği bir ülkede eğitime inanıyorum. Ama ümidiniz olan gençliği robotik cihazlara çevirdiğiniz mükemmeliyetçi ve durmak bilmeyen güya inovatif eğitiminize değil her şeyin zamanında ve yerinde öğrenildiği kusurlarıyla tamamlanan doğal eğitime inanıyorum. Öyle ki bazı dostlarım bunun birer ütopya olduğunu söylüyorlar. Lakin distopya aleminde yaşamamıza laf etmeyenlerden de bunu beklemeliydim.
Demem şudur sevgili okur, ben yıllar sonra sevmediğim bir işi yapacaksam şimdilerde elimden kayan yaşantımın tek suçlusu da olamam. Asla tüm suç öğrencide yahut tüm suç öğretmende de diyemem. Fakat dilimize Arapça'dan geçen başarı sözcüğüne öylesine anlamlar yüklemişiz ki akıl sır ermiyor.
Eskiden çocuklar misafirleriyle ilgilenebiliyor mu, ailesine zorluk çıkarıyor mu, annesine yardım ediyor mu, babasını gururlandırıyor mu, mahallede iyi biliniyor mu, darda olana kol kucak gerip açı doyuruyor mu diye değerlendirilirdi. Oysa günümüzde okullarda günlerini heba eden ben dahil tüm gençlerimizin değerlendirilme kıstası notları ve netleri üzerinden yapılıyor. İki çay koymayı bilmesin ama matematiği beş olsun. Parasız kalan arkadaşına borç vermesin ama TYT'de en az 80 net yapsın. Bayramda seyranda ailesine selam sabah etmesin ama sırtını devlete dayasın, altında arabası, başını koyacağı evi olsun. Kusura bakmayın baylar bayanlar. Ben bu anlayışa karşıyım.
Yahu hem biri de çıkıp demiyor ki bunları yaptırdığın evladının ya bir de kötü günü olsa? Bu çocuk nasıl öğrenecek hayatı? Sevmeyi, üzülmeyi, gülmeyi, öfkelenmeyi, kazanmayı, dinginliği, aşkı, hiddeti, kaybetmeyi nasıl öğrenecek? Sabahtan akşama kadar sıralarda kıçını düzleştirdiğiniz evlatlarınız yarın öbür gün bir parkın bankına sığabilecek mi? Dara düşerse sokakta hayatını idame ettirebilecek mi? Her denemeden sonra yediği ince kenarlı Akdeniz mantarlı pizzası olmayınca hayatı aynı perdeden sevebilecek mi?
Ben tüm bunların farkında olmaktan oldukça memnunum. Şimdilik yüzlerce kişiye seslenerek duyurduğum bu sorgulamalarımı eğer sisteme yenik düşmez isem kitaplarım ve radyo programlarım ile daha fazla insana duyuracağım. Ve biliyorum ki vefat eden anneannesinin fularını boynunda taşıyan bir torun olmak sürece saygıdan ziyade yaşama örülen kusursuzluk duvarlarının yıkımının kanıtıdır.
Ve hayatını saçma bir gelecek kaygısına feda eden sayın embesillere son bir mesaj. Bilmelisiniz ki akıllarda ve kalplerde bıraktığınız intiba her sabah saat yedide, devasa plazalarınızda başlayacak olan start-up zımbırtılarınızdan daha değerlidir.
Midesi hayli rahatsız olan bir adamken yetmiyormuş gibi sizin başarı sancınızı çekecek değilim. Haftaya daha bol kusurla görüşmek üzere.
Sağlıcakla kalın.
Yorumlar
Yorum Gönder