Nâzım Hikmet - #Tanıman Lazım 10

Ne çiçek açabiliyorum her kışın ardından ve ne de baharı olabiliyorum yarınlarımın. Bir derdim var ise anlatma hevesimdir. Çünkü korkutucudur susmak ve tarih sadece sesinin ancak sustuğunda kesileceğini bilip bu yüzden hiç susmayanları bünyesinde barındırır.

Var olmak istiyorum, öylesine ölmek değil. Dokunmak istiyorum hayatlarınıza, haybeye geçip gitmek değil. Ve madem bir direniş kılmış yaşamayı Nâzım elzem olmuştur bahsetmek. Hikaye ürktüğünden dolayı bahsetmemek değil.


Uzun bir aradan sonra Boş Meşgale'de Tanıman Lazım formatının onuncu bölümüyle karşınızdayım. Ve tahminleriniz üzere bu bölümün konusu 'romantik devrimci' Nâzım Hikmet Ran.

Hikmet Bey ve Celile Hanım’ın oğlu Nâzım, takvimler 15 Ocak 1902'yi gösterirken Selânik’te dünyaya geldi. Babası Hikmet Bey, çeşitli illerde valilik yapmış olan Nâzım Paşa’nın oğludur. Osmanlı Hariciyesi’nde çeşitli memurluklarda ve Matbuat Umum Müdürlüğü görevinde bulunmuştur. Annesi Celile Hanım ise, dilci Enver Paşa ile Leylâ Hanım’ın kızıdır. İlk kadın ressamlarımız arasında bulunan Celile Hanım, kültürlü ve sanatçı ruhlu bir kadındır.


Küçük Nâzım ilk eğitimini annesi ve sıkça şiirli toplantılar düzenleyen, kendisi de bir mevlevi şairi olan büyükbabası Nâzım Paşa’dan alır. Ve henüz on bir yaşındayken ilk şiirini yazar. Orta öğrenimini Galatasaray ve Nişantaşı Sultanilerinde gören Nâzım, 1915 yılında Bahriye Mektebi’ne girer. 1918 yılında ise ilk kez bir dergide şiiri yayınlanır. Bu bir aşk şiiridir. Ancak, İstanbul’un işgaliyle birlikte yerini yurtsever nitelikte şiirlere bırakır…

Mezuniyetine üç ay kala geçirdiği rahatsızlıktan ötürü Bahriye’den ayrılan Nâzım bir grup arkadaşıyla Anadolu’ya geçer. Ankara Hükümeti’nin görevlendirmesiyle arkadaşı Vâlâ Nurettin ile birlikte Bolu’da öğretmenlik yapar. Daha sonra kısa aralıklarla iki kez Moskova’ya gider. İlk gidişinde iki yıl kalır.


Ve orada Rusya’da gerçekleştirilen ihtilale tanık olur. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi KTUV’da ekonomi-politik öğrenimi görür. İkincisi ise küreğe konulma cezasının verildiği dava nedeniyle zorunlu bir göçmenlik sayılır ki Nâzım o esnada daha önce öğrenci olduğu üniversitede çevirmenlik ve asistanlık yapar. Ceza Yasası’ndaki değişiklik nedeniyle 1928 yılında ülkeye döner. Kısa bir süre cezaevinde kaldıktan sonra serbest bırakılır.


Çeşitli gazete ve dergilerde yazıları, şiirleri yayınlanır. Kitapları basılır. Siyasal ve entellektüel yaşamda aktif bir rol üstlenen ünlü bir şair olup şiirleri ders kitaplarına girer ve oyunları devlet tiyatrolarında oynanır ama mahpuslardan da kurtulamaz. Sık sık gözaltına alınır ve yargı önüne çıkartılırdı. Onun etkileyici gücü ürkütmekteydi kimi çevreleri ve tamamı düzmece davalarla yaşamının on yedi yılı hapishanelerde geçti Nâzım'ın. 1950 yılında ulusal ve uluslararası düzeyde düzenlenen kampanyalar sonunda çıkarılan Genel Af Yasası’yla serbest kalır. Ne var ki yaşamına yönelik komplolar nedeniyle yeniden yurtdışına çıkar. Ve ölene dek yurduna, halkına, sevenlerine hasret şiirleri yazacağı göçmenlik yılları başlar…


Bu dönemde Uluslararası Barış Ödülü sahibi bir sanatçı olarak barış hareketi içinde aktif olarak yer alır. Dünya Barış Konseyi Başkanlık Divanı’na seçilir. Ünlü Şostokoviç’e, Şarlo’nun yaratıcısı Charlie Chaplin’e ve Fransız Parlamentosu Başkanı Eduard Heriot’a Uluslararası Barış Ödülü’nü veren jürinin başkanlığını yapar. Cezaevi yıllarından kalan hastalıklar onu rahat bırakmaz ve acılı yüreği 3 Haziran 1963 günü sabahı Moskova’daki evinde durur.

“…yazılarım otuz kırk dilde basılır / Türkiye’mde Türkçemle yasak” dediği şiirleri ancak ölümünden sonra basılır ülkesinde Nâzım'ın ve o aslında siyasi düşünceleri yüzünden hapishanelerde geçirdiği ömrüne rağmen davasından vazgeçmeyerek istikrarın bu coğrafyadaki bence en önemli rol modeli olmuştur.


Nâzım'ın komünizmdeki idealistliği bir yana dursun yumuşak ama etkili satırları arasında kaybolmamak elde değil. Öyle ki aşktan özleme, haktan hukuka, adaletten barışa ve dahası bir çok konuya parmak bastığı şiirlerinde hem bayramlığını yeni giyen bir çocuk kadar heyecanlı hem de asırlık çınar ağacı kadar olgun olabilmeyi nasıl başarıyor anlamış değilim. Belki de onu Nâzım yapan budur.


Azıcık aceleye gelen bu yazıyı Ran ile ilgili şu kısa anımla sonlandırmak istiyorum. Aşağı yukarı bundan 3 yıl önce. Henüz lise bire gidiyorum işte ve nakil gittiğim okulda -Sabancı'da- C şubesine verilmiştim. Ardından yalnızlığıyla barışık bir birey olarak en arkaya oturmuş ve hayatımı idame ettirmeye çalışıyordum ki duvarda bulunan şiir dikkatimi çekti. Gel zaman git zaman şiirlerin her gün değiştiğini ama hep yarım bırakıldığını fark ettim. Bir gün tamamlamak geldi ki içimden işte o şiir Nâzım'ın "Anlayamadılar" şiiriydi.


Bir gün yine okula gelip sırama kurulmuştum ve duvarda yazan
“Biz ince bel, ela göz, sütun bacak için sevmedik güzelim
 Gümbür gümbür bir yürek diledik kavgamızda"
   yazısına takıldı gözüm. Ardından getirdim devamını ve
"Ateşin yanında barut, barutun yanında ateş olasın diye!
Rakı sofralarında söylenip, acı tütün çiğnercesine sevdik, anlayamadılar.” yazdım. Öyle ki sonrasında sabahçı olup şiirlerini tamamladığım kızla da tanıştık. Hayatımda edindiğim ilk şiir arkadaşımdı. Dilerim son olmazdı.


Haftaya Çarşamba görüşene dek kendinize dikkat edin. Kalın sağlıcakla.

*Bu yayının hazırlık sürecinde Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı'ndan yararlanılmıştır.

Yorumlar