Dünya hassas kalpler için bir cehennemdi ve sen cennete daima hasret kaldın Mustafa. Vakitlice birinden duymuştum eğer her şeyi hemen o an yazma eğilimde değilseniz yazar değilsinizdir diye. Ben hala bir yazar olamadım ve belki de olamam ama yaşadığım hemen her şeyde elimi kaleme kağıda atmam üzüntülerimi dışa vuramamamdan kaynaklı.
Bilmeyin isterdim beni, burayı, Boş Meşgale'yi. Bilmeseydiniz anlatırdım çünkü, anlatabilirdim. Anonim birine derdini açmak gibi kolay olurdu bu. Nasılsa karşılaşmayacaktık. Gayrı sadece kelimelerim veya boğazım değil umudum, inancım ve hevesim de düğümleniyor. Öyle bir yumru ki içimde oluşan, başlarda geçer sandım. Su falan içip hızlıca yutkunmayı denedim. Olmadı, olduramadım. Geleceğime olan merakım günden güne azalırken ben tepeden tırnağa şeffaflığa büründüm. Sonra örselendim. Demek ki bu kadar açık etmemelisin dedim. Öyle düşündüm. Sonra hatırıma düştü. Ben anlatandım, anlatırdım, anlattım ve anlatacaktım da. Ama yorgundum, çaresizdim. Benden kaynaklı olmayan sorunlar dahi benim dibimde patlıyor ve en fazla beni yaralıyordu. Manen kanıyordu içim, parçalanıyordum peyder pey. Duymazlardı. Belki duyurmak da istemezdim.
Hayatım, dili yırtılan ucuz bir kundura gibiydi. Uzaklardan süzülerek gelen her topu gol atabileceğime inanarak karşılardım. Göğsümde yumuşatır, ciğerime verdiği acıyı umursamazdım. Ama hangi ustaya götürürsem götüreyim zamk kokuları içinde yırtılan, dikişi patlayan ayakkabımı tamir ettirmeye çalışırdım. Kimi zaman param olmazdı, o ustaya minnet eder, yalvarırdım. Sonra o usta bana kıyardı, beni üzerdi. Bazı zamanlarda param olurdu ama usta bulamazdım. Çırakların yüzünden p*ç olurdu ayakkabım. Bazense hem param hem de o usta olurdu ama artık ayakkabım tamirata dayanabilecek güçte olmazdı. İşte o ayakkabı duygularım, o para davranışlarım ve o usta da insanlardı. Ben insanların körelttiği duyguları daha güzel davranışlarla süsleyerek başka insanlara sunmaya çalışırdım. Başarılı olunca da şaşırırdım.
Artık her şey koca dizi Leyla ile Mecnun'un ilkokulda felç geçiren bir çocuğun hayalinden çıkışı kadar tuhaf. Artık her şey İskender'in yalnızlığı, İsmail Abi'nin umudu ve Yavuz'un azmi kadar garip.
Hayatınızı idame ettirmeniz için temin edilen yerin darlığı ve içindeki doluluğun sahiciliği sizi bir çok konuda dizginler. Örneğin adam akıllı bir sinir krizi dahi geçiremezsiniz. Son üç aya kadar çözdüğümü sandığım öfke kontrolü problemimle yeniden karşı karşıyayım. Aynı ekmeği böldüğüm dostlarım bilir ki bu s*kik huyum yüzünden etrafta insan kalmıyor. Herkesi olur olmadık kırıyorum. Ben bu kadar sinirli ve gergin bir adam olmak istemiyorum. Ben fevri ve öfkeli olmak da istemiyorum. Ben artık normal olmak istiyorum. Beni sizlerden ayıran farklılıklarım beni yoracaksa eğer, ben, siz gibi olmak istiyorum.
Adil olmayışını ve saçmalığını yeterince konuştuğumuz şu eğitim sistemine tek başıma isyan ederek bir şey yapamayabilirim. Ama bu sistemin hatalarını ve eksikliklerini tespit edip çözüm önerisi sunabilecek genç zihinler yetiştirerek dengeleri bozabilir, şuurları açabilirim. Tıpkı tüm uyuyanları uyandırmak için yalnızca bir uyanığın gerektiği gibi. Dünyanın düzenini değiştiremesem de Ece Üner'in ifade ettiği üzere o düzene olan duruşumu değiştirebileceğimi ve bunu kitlelere aktarırsam da devasa bir farkındalık oluşturacağımı biliyorum. Mevzu şurada patlıyor, bilmiyorum daha önce dile getirdim mi ama, Dünya değişmeli diyorsam ben değiştirebilirim de diyebilmeliyim.
Hayatımın akışına etki edecek o mühim sınava bir ay kalmışken ilmek ilmek işliyorum buraya. Hayalleri olan idealist bir bireyim. Farkındalıklarım ve anlatma isteğim günden güne harlanıyor. Birileri bir yerlerde gerçeğe, doğruya, ilme aç ve ben eğer inanırsam onlara ulaşabilirim. Ben umut ve azim doluyum. Kaybetsem de savaştım diyebilmek için ter döküyorum.
Şimdilerde dijital ve fiziksel kaynaklar, internet bağlantısı, çalışma ortamı gibi dahası bir çok dış faktörü rayına oturtmuş olmaktan inanılmaz mutluyum. Hedeflerim de hayallerim de realistliğini koruyor, yani imkansıza ulaşmaya çalışıp kendimi yıpratmaktansa mümkün olabildiğince yaşam gayemden sapmadan ölmek üzere çalışıyorum. Tam da her şeyim tamam ve iş yalnızca ama yalnızca bana kalmışken bir filmden duyduğum tek bir cümle kamçılıyor dürtülerimi.
Zihin çarklardan oluşur ve beyni yönetir. Kaybedecek şeyi olmayan zihin, bedeni zorlayamaz.
Senin kaybedecek çok şeyin var Mustafa. Aklını başına devşir. Günler sonra ah vah etmeyeceğin kadar uğraş, çabala. Kaybedeceksen bir daha denemeye yüzün olsun. Çok değil bir altı yedi yıl sonra sınıfında öğrencilerine bu yazıları okuyup onları motive edeceğini düşün. Hayal et, uçsuz bucaksız dünyanda düşle. Ben sana inanıyorum. Kabul, hayat boyu seni hataya ve yanlışa sürükleyen bir iç ses olmaktan başka bir b*ka yaramadım ama şimdi sana inanıyorum. Aylar sonra burayı okuyup gülümsemeni istiyorum. Seni seviyorum. Sen de kendini sev ve inan.
Bilmeyin isterdim beni, burayı, Boş Meşgale'yi. Bilmeseydiniz anlatırdım çünkü, anlatabilirdim. Anonim birine derdini açmak gibi kolay olurdu bu. Nasılsa karşılaşmayacaktık. Gayrı sadece kelimelerim veya boğazım değil umudum, inancım ve hevesim de düğümleniyor. Öyle bir yumru ki içimde oluşan, başlarda geçer sandım. Su falan içip hızlıca yutkunmayı denedim. Olmadı, olduramadım. Geleceğime olan merakım günden güne azalırken ben tepeden tırnağa şeffaflığa büründüm. Sonra örselendim. Demek ki bu kadar açık etmemelisin dedim. Öyle düşündüm. Sonra hatırıma düştü. Ben anlatandım, anlatırdım, anlattım ve anlatacaktım da. Ama yorgundum, çaresizdim. Benden kaynaklı olmayan sorunlar dahi benim dibimde patlıyor ve en fazla beni yaralıyordu. Manen kanıyordu içim, parçalanıyordum peyder pey. Duymazlardı. Belki duyurmak da istemezdim.
Hayatım, dili yırtılan ucuz bir kundura gibiydi. Uzaklardan süzülerek gelen her topu gol atabileceğime inanarak karşılardım. Göğsümde yumuşatır, ciğerime verdiği acıyı umursamazdım. Ama hangi ustaya götürürsem götüreyim zamk kokuları içinde yırtılan, dikişi patlayan ayakkabımı tamir ettirmeye çalışırdım. Kimi zaman param olmazdı, o ustaya minnet eder, yalvarırdım. Sonra o usta bana kıyardı, beni üzerdi. Bazı zamanlarda param olurdu ama usta bulamazdım. Çırakların yüzünden p*ç olurdu ayakkabım. Bazense hem param hem de o usta olurdu ama artık ayakkabım tamirata dayanabilecek güçte olmazdı. İşte o ayakkabı duygularım, o para davranışlarım ve o usta da insanlardı. Ben insanların körelttiği duyguları daha güzel davranışlarla süsleyerek başka insanlara sunmaya çalışırdım. Başarılı olunca da şaşırırdım.
Artık her şey koca dizi Leyla ile Mecnun'un ilkokulda felç geçiren bir çocuğun hayalinden çıkışı kadar tuhaf. Artık her şey İskender'in yalnızlığı, İsmail Abi'nin umudu ve Yavuz'un azmi kadar garip.
Hayatınızı idame ettirmeniz için temin edilen yerin darlığı ve içindeki doluluğun sahiciliği sizi bir çok konuda dizginler. Örneğin adam akıllı bir sinir krizi dahi geçiremezsiniz. Son üç aya kadar çözdüğümü sandığım öfke kontrolü problemimle yeniden karşı karşıyayım. Aynı ekmeği böldüğüm dostlarım bilir ki bu s*kik huyum yüzünden etrafta insan kalmıyor. Herkesi olur olmadık kırıyorum. Ben bu kadar sinirli ve gergin bir adam olmak istemiyorum. Ben fevri ve öfkeli olmak da istemiyorum. Ben artık normal olmak istiyorum. Beni sizlerden ayıran farklılıklarım beni yoracaksa eğer, ben, siz gibi olmak istiyorum.
Adil olmayışını ve saçmalığını yeterince konuştuğumuz şu eğitim sistemine tek başıma isyan ederek bir şey yapamayabilirim. Ama bu sistemin hatalarını ve eksikliklerini tespit edip çözüm önerisi sunabilecek genç zihinler yetiştirerek dengeleri bozabilir, şuurları açabilirim. Tıpkı tüm uyuyanları uyandırmak için yalnızca bir uyanığın gerektiği gibi. Dünyanın düzenini değiştiremesem de Ece Üner'in ifade ettiği üzere o düzene olan duruşumu değiştirebileceğimi ve bunu kitlelere aktarırsam da devasa bir farkındalık oluşturacağımı biliyorum. Mevzu şurada patlıyor, bilmiyorum daha önce dile getirdim mi ama, Dünya değişmeli diyorsam ben değiştirebilirim de diyebilmeliyim.
Hayatımın akışına etki edecek o mühim sınava bir ay kalmışken ilmek ilmek işliyorum buraya. Hayalleri olan idealist bir bireyim. Farkındalıklarım ve anlatma isteğim günden güne harlanıyor. Birileri bir yerlerde gerçeğe, doğruya, ilme aç ve ben eğer inanırsam onlara ulaşabilirim. Ben umut ve azim doluyum. Kaybetsem de savaştım diyebilmek için ter döküyorum.
Şimdilerde dijital ve fiziksel kaynaklar, internet bağlantısı, çalışma ortamı gibi dahası bir çok dış faktörü rayına oturtmuş olmaktan inanılmaz mutluyum. Hedeflerim de hayallerim de realistliğini koruyor, yani imkansıza ulaşmaya çalışıp kendimi yıpratmaktansa mümkün olabildiğince yaşam gayemden sapmadan ölmek üzere çalışıyorum. Tam da her şeyim tamam ve iş yalnızca ama yalnızca bana kalmışken bir filmden duyduğum tek bir cümle kamçılıyor dürtülerimi.
Zihin çarklardan oluşur ve beyni yönetir. Kaybedecek şeyi olmayan zihin, bedeni zorlayamaz.
Senin kaybedecek çok şeyin var Mustafa. Aklını başına devşir. Günler sonra ah vah etmeyeceğin kadar uğraş, çabala. Kaybedeceksen bir daha denemeye yüzün olsun. Çok değil bir altı yedi yıl sonra sınıfında öğrencilerine bu yazıları okuyup onları motive edeceğini düşün. Hayal et, uçsuz bucaksız dünyanda düşle. Ben sana inanıyorum. Kabul, hayat boyu seni hataya ve yanlışa sürükleyen bir iç ses olmaktan başka bir b*ka yaramadım ama şimdi sana inanıyorum. Aylar sonra burayı okuyup gülümsemeni istiyorum. Seni seviyorum. Sen de kendini sev ve inan.
Yorumlar
Yorum Gönder