Tecrit Günlükleri - Final

Bir yaşamın kalitesini ne belirler? Okuduğunuz kitaplar mı, izlediğiniz dizi ve filmler mi, gezdiğiniz yerler mi, tanıştığınız insanlar mı, yazdığınız yazılar mı, kendinize kattığınız değerler mi, memleketiniz mi, aileniz mi, statünüz mü, renginiz mi, ırkınız mı, diliniz mi, dininiz mi, oturduğunuz ev mi, bindiğiniz araba mı, yediğiniz yemekler ya da içtiğiniz içecekler mi yoksa varlığınız mı?

Bir yaşamın kalitesini ya bunların hepsi belirler ya da hiçbiri belirlemez. Nasıl ki başarı, bütün başarısızlıkların sonrasında gelen bir şey ise hayattan zevk almak da çekilen cefayla doğru orantılıdır. Çünkü zannımca bir şeyleri kaybetmek için önce kazanmak gerekir. En azından 17 yaşını bitirecek birinin fikri bu yönde.

Cuma bitti bitiyor. Ve işte bir hafta sonu daha. Ama böyle sanki hayatımın en önemli hafta sonu gibi. Her şeyin belirleneceği bir sınav. Aileme göre tamam mı devam mı mesaisi. Ya başlayacak ya da bitecek. Nefesimi kontrol edemediğim, gözlerimin istemsiz sulandığı vakitlerdeyim şimdi. Korkuyorum, evet. Pişmanım da. Dün babamla konuştum. Kendi kendine yazık ettin dedi. Sadece bunu söyledi. Ondan hiç bu kadar acıtan bir dayak yememiştim. Özür dilerim baba, özür dilerim anne, özür dilerim bir şeyleri değiştirebileceğime inanan ve bana güvenen insanlar. Özür dilerim.

(Şu paragrafın son cümlelerini yazarken döktüğün gözyaşını unutma çocuk, unutursan kanın kurusun.)


Dostumla okulumu görmeye gidince binaya bakıp 'Vay be, demek hayatımı alt üst edecek sınava sen ev sahipliği yapacaksın he.' demekten kendimi alamadım. Acıdır ama ben yenilgiyi kabul ettim. Ben bir savaşçının oğluyum ama kaybettim. Fakat tıpkı onun gibiyim. Kaybettik ama vazgeçmedik, kaybediyoruz ama vazgeçmiyoruz, kaybedeceğiz ama vazgeçmeyeceğiz. Nilgün Marmara "Hayatın neresinden dönülse kârdır." derken bunu kast etmiyordu belki de ama ben her farkındalığıma sevinebiliyorum.

Yenilgiyi kabullendim çünkü çalışmadım, çünkü düzenimi kuramadım, çünkü sorunlarımı atlatamadım, çünkü ben, ben olamadım. Bilirim bunların hiçbiri ardına sığınılacak sebepler değil. Zira öyle olacaksa virüs olmasaydı daha güzel bir sonuç da elde edebilirdim yahut bir dershane disiplinine sadık kalsam olduğumdan daha iyi bir yerde de olabilirdim. Lakin öyle değil. Sadece yıllar sonra şu satırları okurken bulunduğum yere göre bir kaç yorum yapacağım ve hepsi bu.

Türkiye, 8 yıllık ilköğretim ve 4 yıllık ortaöğretim ile 12 yıllık eğitimi zorunlu kılan bir ülke. Halen doğunun çeşitli yerlerinde 4 yıllık ilkokul bitirilmeden ya da ortaokula geçilmeden hayata karışan çocuklar varken taşra olmayan yerlerde de bu durum ortaöğretim yani lise diplomasıyla son bulabiliyor. Bulmazsa sıkıntı büyüyor. Artık ne patates boyatan kalıyor ne de Ela'ya ip atlatan. O vakitten sonra tek derdimiz karışımların yüzdesi de olmuyor, parçada değinilmeyen bilgi de. Yükseköğretim kurumları ülkede gençlerin gerçeklerle o güne dek yüzleşemedikleri kadar sert çarpıştıkları bir yer. Kimi can ata ata gittiği yerde pişman oluyor, kimi istemeden kazandığı yerde tarih yazıyor. Dedim ya dertler değişiyor, öncelikler değişiyor, amaçlar değişiyor, hedefler değişiyor. Ama ben razıyım değişmesine. Yeter ki yitirilmesin.

Yakın çevrem bilir ki karantina sürecini iyi değerlendirememekten ötürü psikolojimi bozacak bir buhrana uğrayıp sürekli bir çıkar yol aradım. Çünkü borcum sadece kendime değildi ve bu beni ürkütüyordu. Kaldı ki hala da ürkütüyor. Günün birinde bana denseydi ki bir internet siten olacak ve bilmem kaçıncı ayın son yazısında üniversite sınavından bahsedeceksin, gerçeklerinden dem vuracaksın, itiraflarda bulunacaksın. Yalan yok, inanmazdım. Ama hayat, beni hayalini bile kuramadığım bir yere getirmekten gocunmadı. 


Bu kadar korkuyorsanız girmeyin siz de diyen Fatih Altaylı, gençler geleceğini özel sektörde arasın diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve dahaları. Borcunuz var bu gençlere, borcunuz var bu nesle. Fakat, fakat acıdır ki ben buna baş kaldıramıyorum. Çünkü isyan edecek bir başarım yok. Ellerim bomboşken bağırsam duymaz kimse. Bir yerlere gelip sesimi duyurabilirdim ancak. Ben gelemedim bir yerlere, gidemedim de. Kiminle konuşsam aynısını diyor. Yitirme umudunu, kendine güven, daha sınava girmedin bile, belki beklediğinden güzel geçer. Hayır geçmez, çünkü eğer bir öğrenci bilmiyorsa süre de lehine olan şeyler de ona katkı sağlamaz, sağlayamaz. Ben bilmiyorum. Arayıp soran insanlara içimi açıp açmamak arasında kalırken parmaklarımı sürekli gözüme bastırıyorum. Yoksa ağlarım ve anlatmak zorunda kalırım. Ben bunca hayalime rağmen göz göre kaybediyorum. Tam Orta Doğu insanıyım ben. Her şeyin farkındayım ama hiçbir şey yapmıyorum. Görüyorum az buçuk ilerimi, halimi, vaziyetimi. Kafamı duvarlara vurmaktan alıkoyamıyorum kendimi.

Yahu ne olacak ki? E hani dünyanın sonu mu? Açıkçası bu, dünyanızın büyüklüğüne göre değişir ve evet kazanamamak benim dünyamın sonu. Hayatımda hiçbir zaman doktor, mühendis, iş adamı gibi mesleklere heves etmedim. Hep birilerine bir şeyler anlatabileceğim, mazlumun yanında ve zalimin karşısında durabileceğim, kitlelere hitap edebileceğim, insanlara iyi gelebileceğim mesleklerin hayalini kurdum. Bir dönem avukat veya savcı olmak geçti içimden. Ne bir tecavüzcüyü koruyacak kadar aşağılıktım ve ne de mesleğim için sosyal hayatımdan vazgeçecek kadar vefakar, vazgeçtim. Gazeteciliğe merak salmıştım ve hem spikerliğe de. Doğruları yazacağım için ne hapislerde geçsin istedim ömrüm ve ne de editörlerin tehdidine maruz kalmaya dayanabilirdim, vazgeçtim. Sonra öğretmen dedim, evet, öğretmen. Koca bir sınıf ve ufak bir kapı. Ortalama otuz tane körpe beyin. Ne anlatırsan kapıyor, beyin süzgecine alıyor, seninle fikir alışverişi yapıyor, sana bir şeyler öğretiyor. Ben öğretmen olmalıydım hatta İngilizce öğretmeni. Ne de güzel olurdu ama...

Olamıyorum. Şuan elimde var olan birikim ve bilgiyle öğretmenliğin ilk adımı olan fakülteyi bile kazanamıyorum. Bir de sonrası için yüksek lisans hayalim vardı hem belki çap yapardım. Ya da eğer radyo, edebiyat, tiyatro üçlüsünde kavruluyorsam yandal yapardım. Ancak şimdi ne yapacağımı bilmiyorum. Mezuna mı kalmalıyım, iki yıllık bir yere gidip yeniden mi hazırlanmalıyım yoksa dört yıllık bir bölümde yatay geçiş mi yapmalıyım bilmiyorum. Oysa öğretmenlik gelmemesi halinde dil puanıyla alan Mütercim Tercümanlık, Karşılaştırmalı Edebiyat, İngiliz Dili ve Edebiyatı, İngiliz Dilbilimi, Çeviribilim, Dilbilim gibi bölümleri kıskaca almış ve hatta en olmadı Almanca Öğretmenliği yazar hazırlıkta kendime bir dil katar yatay geçişle İngilizce öğretmenliğine yanlarım diye düşünmüştüm. Fakat ne inancım ne de ümidim kalmadı. Korkuyorum da. Askerlik, polislik ve bekçilik gibi mesleklerin aralarından sıyrılıp bugünlere gelişime sevinemiyorum çünkü bundan sonra yoruldum diyemeyeceğim. Şayet bu sınavı kazanamazsam, ki çevrem her ne kadar bana inansa da ben katılmıyorum, önümde bir sınav daha olacak. O da Ortaöğretim KPSS. 2020 Kasım'da yapılacak sınava yaz boyu kafa patlatıp kazanmak zorundayım ki öyle ya da böyle bir memuriyet elde edip en azından bazı sorunları çözmüş olayım. Memuriyet dediğin de ne garip şey be. Hayatını kurtarmak isteyenler soluğu devlette, günü kurtarmak isteyenlerse soluğu hayallerini yaşamakta alıyor. Kimin kaybedip kimin kazandığına zaman karar verse de Türkiye zeki, girişimci ve yenilikçi gençlerini gelecek kaygısı ve sermayesizlikten ötürü kaybetmeye devam ediyor.

2020 garip bir yıl. Korkutucu bir yıl. Sona yaklaştığımızı biliyordum ama hiç bu denli iliklerime kadar hissetmemiştim. Gerek yurdun gerekse dünyanın dört bir yanında felaketler baş gösteriyor. Depremler, seller, yangınlar, tsunamiler, taşkınlar ve dahaları yalnızca görünen fiziki yıpranışın resmi. Öte yandan savaşlar, tartışmalar, anlaşmazlıklar, provokasyonlar, isyanlar, çatışmalar, krizler... Bir de bir virüstür ki sormayın gitsin. Kanaatimce 2021'in sonuna dek bu kurmaca günlük tablolar paylaşılmaya devam edecek ve aşı da bir silah hükmünde olacak. Elinde olan yani üreten güç unsuru haline gelecek. Evet evet, siyasetçiler yine insanları değil kendi hükümranlıklarını düşünecekler. Çünkü bu daha önemli.


Ve ürkütücü bir tahmindir ama söyleyip söylememek konusunda çok düşündüm. Deprem gerçeğine karşın uzun süren araştırmalarım ve hala devam eden ruhsal bozukluklarım var ve yarısını ölmeden bitirdiğimiz şu 2020 yılının o büyük İstanbul depremine de şahitlik edeceğini düşünüyorum. Dilerim böyle bir şey olmaz diyemeyeceğim çünkü olacak. En azından bilim böyle diyor. Ve fakat yazık olacak sana, bana, ona, şuna, herkese. Olan yine fakire olacak. Zenginin her şeyi tamam olacak, sıkıntı çekmeyecek. Ama bu kent çökecek, bitecek. Tatlarınızı kaçırmak istemem ama ben bu konuda keçileri çoktan kaçırmış biri olarak söyleyebilirim ki umarım dışarıda ve geniş bir alanda yakalanırız. Hele ki kenar mahalleler, eski yerleşmeler, çarpık kentleşmeler... Düşünmek bile istemiyorum, iki ay evde kalmaya dayanamayan ekonomi çarkı bu metropolün sönüşüne hiç mi hiç dayanamaz. Ben demiştim demeyi de istemiyorum ama yazık olacak. Çok yazık olacak.

Tecrit Günlükleri adlı format hayat sınavlarından birine saatler kala sizlere veda ediyor, selam duruyor. Boş Meşgale ile olan ilişkinizin yeni yayın fikstürü ile tatlanacağını düşünsem de öncelikle şu sınav işini halletmem ya da iyice bir batırmam lazım. O halde karman çorman son tavsiyeler, buyurun;
Füruğ Ferruhzad okuyun
Julio Cortázar okuyun
Dar Alanda Kısa Paslaşmalar'ı izleyin
Çoğunluk'u izleyin
Pardon'u izleyin
Erken Kaybedenler'i okuyun
Piyanist'ı izleyin
Bir İsyancının Sözleri'ni okuyun
Aşk İle programını izleyin
Konuşanlar programını izleyin

Buraya kadar gelen kaç kişi var bilmiyorum. Genelde yazıların sonları sadece benim gördüğüm bir yermiş gibi geliyor. Yıllar sonra nerede, ne halde olurum bilmiyorum. Pişmanım, çok pişmanım. Bu vicdan azabının bana güzel bir hırs getireceğinden de eminim.  Çünkü yeni bir amaç ya da hedef bularak yataktan kalkabileceğime inanıyorum.

Hayatını senaryo yazarak, radyo programı yaparak, kısa film yöneterek, içerik üreterek, tiyatro yaparak, edebiyatla hasbihal ederek geçirmek isteyen biri olarak onaylanma ve kabul görme hislerinden yoksunluğumla karşı karşıyayım. Yarın gireceğim sınav için Allah'tan yardım istemeye yüzüm dahi yok çünkü insanlar ne emekler verdi bu iş için. Ama annem hala akrabaları arayıp ismen dua istiyor. Ne zaman buraları okursunuz bilmem ama size layık bir evlat olamadığım için özür dilerim anne ve baba. Beni zaten bu saatten sonra anca Allah kurtarır hem Neşet Ertaş'ın da dediği gibi;
Kendim Ettim Kendim Buldum

Sağlıcakla...

Yorumlar