Hızlı Tüketim

Sakallarımı da koparıyorum gayrı. Kesmiyorum asla o başka. Saçlarım nasıl dökülüyorsa onlar da öyle yok olsun istiyorum. Bu genç yaşımda bunca işe nasıl koşturabilirim bilmiyorum. Stres yapmamak istiyorum. Her zaman düşünceli gözükmek istemiyorum. Artık bu kadar fazla düşünmek istemiyorum. Bunca insan hayatımda ne işe yarıyor bilmiyorum. Hala çayı tek başıma içiyorum. Artık açık çay içmek istiyorum. Ama kendisini görmek için çayın o harikulade renk tonundan dahi vazgeçeceğim kişiye dokunamıyorum, sesimi duyuramıyorum. Çok değil beş, on yıla baş gösterir kansızlık. Bunca düzensizliğin düzeni oluşturması kadar acısı var mı dersin?

Bazen bu yazma işini ilk kez yapıyormuş gibi heyecanlanıyorum. Hiçbir zaman yayınladığım yazıya tamam diyemiyorum. İstisnasız her hafta anlatmayı unuttuğum veya paylaşmaktan geri durduğum bir şeyler kalıyor.

Çok hızlı yayılmak çok hızlı bitmek anlamına gelir, ki bu çok tehlikelidir. Çünkü toplum yavaş yavaş içine sindirdiği herkesi tutuyor, hızla aldığı ve tükettiği şeyleriyse hızla tüketip kullanım alanından çıkarıyor. Bu sözler Okan Bayülgen'e ait. Amatörlük denizinde boğulayazdığım yıllardan bu yana edindiğim bir düsturdur bu. Yavaş yavaş ilerlemek. Buna istersek korkaklık diyelim. İstersek de temkinli olmak. Fakat hiçbiriniz bu kurtlar sofrasında bir sonraki adımını hesaplamayacak kadar cesur olamazdı. Pek tabi ben de olamadım. 

Yayın hayatım başladığından beri hep ilerisini düşündüm. Buna mecburdum. Bu yüzden defalarca yanıldım. Yaşadığım coğrafya beni bazı şeylere karşı susturdu. Konuşursam önemsenmeyeceğinden değil. Şayet konuşursam bir daha konuşamayacağımdandı bu. Ari Barokas haklıydı. Teröristler durduğu yerdeydi ancak profesörler içeride çürüyordu. Gerçek, iktidar dışında kim tarafından dile getirilirse getirilsin gerçek olmayandı. Bu acıydı. Gelir dağılımının adaletsizliğinden tutun da vicdansızlığın meşrulaştırılmasına dek. Bu ülkede bir çok şey acı ve zordu. Korkarım ki yıllar yılı böyle olmaya devam eder.

Korkarım ki Musa Orhan gibiler, Ümitcan Uygun gibiler her daim serbest kalır. Korkarım ki bu ülkede her gün bir yerlerde bir umut daha söner. Bir genç daha yok olur. Hapis yer mesela. Az buz değil hem. 12 yıl yer. 6 ayı da vardı ekstradan değil mi? Ama 15 yıldan düşmüş. Hem iyi halden indirim almış. Şeker gibi bir adamı küstürdüler hayata. Yine olsa yine aynısını yapardım diyecek kadar mert iken Kadir, etrafı umarsız namertlerle çevrili. Susmak isterdim bu konuda. Durduramam kendimi diye korkardım. Dayanılmaz bir durum çünkü bu. Bu olanlar, inanılması güç. Türkiye'de adaletin sadece saray adı olması güç. Benim bir yazar olarak yazmaktan korkmam güç. Bunlar hep güç. 

Geçen hafta yayınlanan yazı okurları epey etkilemiş. Ben niye yokum diye gönül koyanı da vardı, iyi ki seninle tanışmışız diyeni de. Mirasım insan benim. İnsan biriktiriyorum. Benimle paylaşıp mutluluğunu arttıran, hüznünü bölen insanlar biriktiriyorum. Bazen ince sitemler ediyorum onlara. Bazı zamanlarda ne mutluluğuma ortak oluyorlar ne de hüznümü bölüyorlar. Ama çok kızamıyorum onlara. Öfkelenemiyorum hemen. Korkuyorum çünkü yalnızlıktan. Başkasına kaplansam kedi oluyorum onlara. Bu mudur doğrusu bilmiyorum. Hoş, sanırım bilmek de istemiyorum. 

Uykudan beslenmeye, kişisel gelişimden ruhani değişime dek hiçbir şeyi dengede tutamıyorum. Fark ettim ki sürekli bir şeyleri sebep göstererek erteliyorum. Sebepler perdesinin arkasında durandan kaçıyorum.

Hayata geç kalıyormuşum gibi hissediyorum. Henüz okuyamadığım kitaplar, izleyemediğim filmler, dinleyemediğim müzikler, tanışamadığım insanlar aklıma geldikçe çıldıracak gibi oluyorum. Kırkımdan sonra saza başlarsam anca kıyamette çalarım diye ürküyorum. 

Asabiyetin cehaletten geldiğini ve kibrin karakter aczine tekabül ettiğini biliyorum. Bildiğimden, daha doğrusu bildiğimi bildiğimden, beri de ona göre davranıyorum.

Güzel maceralar biriktiriyorum. Mesela bugün bir iş görüşmesinde takımlar üzerinden bir muhabbet gerçekleşti. Fenerbahçeli maskesiyle tuşlu telefonumu, ki kendilerinin rengi sarı laciverttir, gören abi 'Hangi takımlısın?' diye sordu. Galatasaray cevabını verince inceden bir durulmadı değil ama hemen toparladım. 

Hiç sorun değil abi. Eğer fiyatta anlaşırsak hemen Fenerbahçeli olabilirim. Hayır siz 'Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak.' diyorsunuz ya o gün bugündür belki. Ondan zaar yani.

Les Brown'un bir konuşmasında işitmiştim ilk kez bu cümleyi. Hayatta kayda değer bir şey yapabilmek istiyorsan aç olmak zorundasın.

Beklediğim fırsata henüz sahip olamayabilirim lakin günü geldiğinde ona hazırlıksız yakalanmamalıyım. Fırsat ayağıma gelmeden ona hazırlıklı olmak daha iyidir.

Les Brown, Butterball'dan iş isterken dahi her gün kapısına gitmiş. Üstelik Butterball her seferinde 'Hayır, sana verecek bir işimiz yok.' demesine rağmen Brown bundan vazgeçmemiş. Belki birileri işten atılmış ya da ölmüştür diyerek her gün Butterball'ın kapısını çalmaya devam etmiş. İnatla. Hem de defalarca kovulmasına rağmen. Fakat bunlar Les'i yıldırmaya yetmemiş. Çünkü o açtı, hem de çok. 

Öyle ki günün birinde Butterball her gün kapısından kovduğu adamdan bir kahve isteyecek ve Brown büyük bir zevkle o kahveyi getirecekti. Nitekim bu kahveyi Butterball'ın yemek istekleri takip etti. Ardından tüm ofise kahve ve yemek taşıyan bir Les belirdi meydanda. Günden güne kendini gösteren Les artık kasabaya gelen ünlüleri Cadillac ile Miami sahili boyunca gezdirir olmuştu. Ve artık tam zamanıydı. Kontrol odasındaki tek kişi olan Les'i arayan müdür Klain'den başkası değildi. Rock öylesine içmişti ki biri olaya müdahale etmeliydi. Programı bitirecek hali kalmamıştı. Les, hazır ve açtı. Annesine ve kız kardeşine radyoyu açmalarını söyledikten sonra kontrol paneline geçti. Ondan öncesinin ya da sonrasının olmadığını, kendisinin tek olduğunu ifade etti. Haklıydı da. Kimse Les kadar aç olamazdı. 

Cesaretti mizahın yakıtı. Madem yazıyı onunla açtık onunla kapatalım da saygımızı gösterelim naçizane. Okan Bayülgen mizah, yatağın altında bir şey var diye korkan için ışığı yakmaktır der. Bak artık korkacak bir şey yok demektir, normalleştirmektir der. Selam olsun yazdıklarımdaki normalleştirmeleri yakalayanlara, mizahı fark edenlere. Mizahın sadece gülmek olmadığını bilenlere.

Selam olsun Gence'de hayatını kaybeden Medine'ye, on beşini göremeden katledilen Nigar'a, cayır cayır yanan Hatay'a, Trabzon'a, Osmaniye'ye, haksızlığa uğrayana, canı yanana, kırılana, yok sayılana. Selam olsun bir selama muhtaç olanlara.

Kendinize iyi bakın. Eyvallah.


Yorumlar