Irkçılığa karşı mücadelenin belki de kilit isimlerinden biri olup Fok Adası'nda tam tamına 27 yıl hapis yatan ve çıkar çıkmaz yapılan ilk seçimde devlet başkanı olan Nobel Barış Ödülü sahibi Nelson Mandela'ya ait bir sözle başlamak istiyorum bu yazıma.
"Dünyayı değiştirmek için kullanabileceğiniz en güçlü silah eğitimdir."
Mandela haklıydı. Eğitim, toplumların başta kendi bireylerini sonrasında ise tüm evreni bilgilendirmek ve bir şeylerin farkına varmalarını sağlamak için kullanabilecekleri en kuvvetli silahtı. Lakin silahtı bu, şeytan da doldurabilirdi. Nitekim Türkiye'de de öyle oldu.
Çeşitli kademelerden oluşan Türk eğitim sisteminde kadın ve erkek her vatandaş 12 yıllık zorunlu eğitime tabi tutuluyor. Bu fazla işlevsel olmayan çarkın dişlilerinde ezilmeyen bireylere ise 'Ortaöğretim Diploması' veriliyor. Sonrasında ise hala hayata umutla bakabilenlerimiz için önlisans veya lisans kapısı aralanıyor. Onca yıl yaşama sevincini yitirmeyenler lisans üstü eğitimlerle çevrelerinde kadirşinas bir imaj oluştururken ekmeği anca aslanın midesinde görmekten başka bir şey de yapamıyorlar.
Türkiye'de eğitim işi bana göre eğitim sorunu çok eskilere dayanıyor. Yıllar yıllar evvel Anadolu'da köy birlikleri gibi kurumlar toplumu eğitmek için çaba sarf etmiş ve bireylerin öğrenim ihtiyaçlarını karşılamak üzere çalışmışlar.
2. Mahmut döneminde ilk kez gündeme gelen eğitim ve öğretim hizmetlerini devlet tekeline geçirme fikri o zamana dek vakıflar tarafından yürütülen eğitim öğretimi 1857 yılında Maarif-i Umumiye Nezareti uhdesine vermiştir. Bu durum Meclis-i Vükela'nın içerisinde eğitim ve öğretim işlerinden sorumlu bir nazırın bulunmasına sebebiyet vermiş olup yönetimimizin eğitim açısından bildiğim kadarıyla ilk resmi hareketleridir.
Nezaretin kurulmasıyla okullar üç dereceye ayrılmış ve eğitim sistemimize ilişkin ilk yasal düzenlemede öğretmen yetiştirme ve istihdamı, taşra teşkilatı, eğitim sisteminin belirlenmesi, eğitim ödenekleri ve sınav sistemleri gibi konulara el atılmış olup takvimler 2 Mart 1926'yı gösterdiğinde kabul edilen "Maarif Teşkilatı Hakkında Kanun" ile bugünkü eğitim sistemimizin temelleri atılmıştır.
Bünyesinde bolca istikrar barındıran bir olgu olarak karşımıza çıkan eğitim, cumhuriyet ile birlikte ezberci eğitim yerine daha kalıcı eğitim metodları kullanmayı yeğlemiş. Sorgulayıcı, hür, farklılıklara saygılı, din, dil ve ırk ayrımı gözetmeyen, baskıcı toplumdan uzak, bilim, kültür, edebiyat ve sanat alanlarında yararlı bireyler yetiştirmeyi amaçlamıştır.
Hoş, bu amaca ulaşıldığı zamanlar da olmuştur. Memleket yıllar yılı hep bahtsız olacak değil ya. Arada keleklere inat düzgün kimseler de çıkmıştır. Hatta bazen geleceğe hevesle bile bakılmıştır bu topraklarda. Fakat aktif vaziyet, eğitim öğretim işleyişinin bir ticari mekanmışçasına işletilmesine göz yuman kimseler yüzünden hayli vahimdir.
Aklı selim talebelerin memnun olmayışlarına sahne olan eğitim sistemimiz gerekirse parmağı kökünden kesmek gibi radikal değişimlere ihtiyaç duyan kangren bir uzuvdur. Öğrenmeye ket vuran, mantığı reddeden, sorgulamayı yasaklayan, düşünmeyi kalıplara sığdıran bu çarpık ve yıkıcı yapılaşma muhakkak değişmeli, işin ehilleri tarafından yeniden düzenlenmelidir.
Ehli Dubara isimli bir kullanıcının çöldeki su seviyesiyle aynıdır diye tanımladığı eğitim kalitesinin acı gerçeği ne yazık ki çeşitli araştırmalarla da yüzümüze bir tokat gibi çarpmakta. Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF), “Eğitim Kalitesi 2018” başlığıyla yayımladığı raporda Türkiye 137 ülke arasında 99'uncu oldu. 7 üzerinden 3.1 kalite notu alan Türkiye; Malezya, Endonezya, İran ve Pakistan gibi ülkelerin gerisinde kaldı.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD), ‘COVID-19 Salgınında Eğitim 2020’ isimli raporu yayınlandı. Rapora göre Türkiye, 77 ülke arasında ‘Sessiz bir çalışma yeri olan öğrenciler’ listesinde 49’uncu sırada yer aldı. Ülkelerin, okul ödevleri ve eğitim için kullanabileceği bilgisayarı olan öğrencilerin sıralandığı listede ise Türkiye, 64’üncü oldu.
Yine OECD tarafından yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de öğrencilerin %13'ü kendilerini her zaman mutsuz hissederken %86'sı zor durumlardan bir çıkış yolu bulabilecekleri fikrine katılıyor. Öğrencilerimizin %66'sı ise başarısız olduklarında başkalarının kendileri hakkında ne düşüneceği hakkında endişeleniyor.
2015 PISA'sında 72 ülke arasında; fende 52, matematikte 49, okuduğunu anlamada 50. sırada olan bir ülkenin çocukları için acilen harekete geçilmelidir. Aksi takdirde 2018 PISA sonuçlarındaki ufak artış yalnızca havamızı almaya yetip uzun vadede hiçbir katkı sağlamaz.
Pekala bu kadar karşısın ve bu kadar eleştiriyorsun da çözümün ne diyenler. Haklısınız. Bilmelisiniz ve biliniz ki bendeniz bir eğitimci, öğretmen, okutman, eğitimbilimci yahut bu alanda yüksel tahsilleri olan biri değilim. Lakin şu yaşıma dek sığdırdıklarıma bakarak Türk eğitim sisteminde bulunan hata ve eksiklikleri gidermek için 3 çözüm önerim var.
Birincisi tıpkı eski zamanlarda olduğu gibi eğitimcinin ehemmiyeti hatırlanmalı ve ona göre davranılmalıdır. Öğretmenin kutsiyetinin azımsanmasına müsaade edilmemeli ve hatta bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum şiarıyla hareket edilmelidir.
İkincisi yalnızca eğitim ve öğretim değil devletin bütün yönetim mekanizmalarında liyatak gözetilmeli ve anam babam usulü karar merciliğinden vazgeçilmelidir. Makalesi olmayan adam rektör yapılmamalı, en az yirmi yıldır sektör içinde olmayan Milli Eğitim Bakanlığı'nda söz sahibi konumlara getirilmemelidir.
Ve son olarak nitelikten ziyade niceliğe bel bağlama durumu sona erdirilip okullarımızın sayısıyla değil içerisinde verilen eğitimle övünebilmemiz gerekmektedir. Mevzu bahisin seçim vaatlerinden çok daha fazlası olduğu anlaşılıp içi boş zihinler yerine vatana, millete hayırlı bireyler yetiştirme gayesine hizmet edilmelidir.
Mustafa Kemal Atatürk'e ait olup şahsen çözüm önerilerime dair bağlantılar kurduğum iki güzel sözü paylaşmak isterim.
"Bu millete gideceği yolu gösterirken Dünya’nın her türlü ilminden, keşfiyatından, terakkiyatından istifade edelim, lâkin unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz."
"Milleti kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden yoksun bir millet, henüz millet namını almak istidadını keşfetmemiştir."
Alimin ölümünü alemin ölümüne bağlayan ve ilmi menşei Çin dahi olsa gidip almayı salık veren bir peygamberin ümmeti olarak rol model belirleyebileceğimiz bütün büyük kişiliklerin ortak paydada buluştuğu bu eğitim hususunda her daim kendimizi geliştirmeli ve güzel hasletler taşıyan aydın kimseler olma yolunda ilerlemeliyiz.
Ben John Keating'in de dile getirdiği gibi kim ne derse desin, sözcüklerin ve düşüncelerin dünyayı değiştirebileceğine inanıyor, İmparatorlar Kulübü filminde söylendiği üzere cahilliğin eğitilebileceğine, sarhoşluğun ayıltılabileceğine ama aptallığın sonsuza dek süreceğine itimat ediyor ve arkadaşı başarısız olunca üzülen ama birinci olunca daha çok üzülen kişilere kinimi tazelemeye devam ediyorum.
Size de bu uzun mu uzun yolculukta kendinize dikkat etmeniz konusunda ricada bulunuyorum. Haftaya görüşmek üzere, hoşça kalın.
- Aslında yazılara günlük dertlerini katmayınca daha profesyonel duruyor he.
- E söyledin.
- Hasss*ktir ya.
Yorumlar
Yorum Gönder