Gün geçmiyor ki yaşam ağacına tutunduğumuz dallar koparılmasın, kesilmesin. Daldan dala atlama planlarımda dalın bana atlamasından bunalmış ve hayli yorulmuş bir vaziyetteyim. Oysaki henüz bu Pazar sabahı geceden sekize kurduğum alarm sayesinde güzelce uyanmış, yatağımı toplamış ve üzerinize afiyet kendime bir salep hazırlamıştım. Bir şeyleri rayına koymak için haftanın başı olduğundan mütevellit yolunu gözlediğim Pazartesi gününe hayallere harcanmış yoğun bir Pazar vedasıyla girmek istemiştim sadece. Bu sebeple bu yazıya konu olan Kış Uykusu filmini açtım, salebimi yudumlarken filmle ilgili notlar aldım, çalışmamın taslağını oluşturduktan sonra bir kahvaltı yaptım ve yeniden masa başına geçtim.
Ancak duyduklarım, gördüklerim ne dayanılır ne de kabul edilebilir cinstendi. Sinirlerimi ilk hoplatan şey malumunuz devlet erkanının da bulunduğu o çalgılı çengili yemekti. Ne yalan söyleyeyim içime en çok oturan da o masalardan birinde Sn. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'i görmek oldu. Sn. Görmez bir yana Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Irak Başbakanı Mustafa El-Kazımi için Cumhurbaşkanı Külliyesi'nde verdiği ziyafet bir vatandaş olarak beni farklı düşünmeye sevk etti. Nihayetinde içerisinde bulunduğumuz süreç hasebiyle çeşitli maddi zorluklar çeken hatta bazıları buna dayanamayıp intihar eden vatandaşlara sahip bir devlet liderinin global bir pandemi esnasında mesafesiz, maskesiz bu şölenini aciz fikrimce algılayamadım ve hazmedemedim.
Sanki bu yeterli değilmişçesine bir de günün ortalarına doğru bu başımızın belası virüsün İngiltere'de mutasyona uğradığını öğrendik. Bulaş hızı daha mı fazladır, öldürücülüğü nedir, hastalığın seyrini ne denli değiştirir gibi tüm soruları yanıtsız bırakan Dünya Sağlık Örgütü sadece yakamızı bırakmaya pek de hevesli olmayan bu Covid denen illetin mutasyon geçirmiş halinin hangi ülkelerde görüldüğünü söyledi. Şimdilik İngiltere, Danimarka, Hollanda ve Avustralya'da görüldüğü bilinen mutasyonlu virüs için Fransa, Belçika, İtalya, İsrail ve Almanya yönetimi virüsün görüldüğü ülkelere kapılarını kapatıp uçuşlarını askıya alırken Türkiye'den henüz konuya dair bir açıklama gelmedi. (*Revize: TSİ 23.07)
Bakın sevgili okur görüyorsunuz. Sabah izlediğim film için yazı yazacak hatta sonrasında biraz matematik çalışacak, paragraf çözecek ve oyun oynayacaktım. Lakin durduk yere, şükürler olsun başımı koyabildiğim evimde kös kös otururken birden sinirlendim sonra yeise kapıldım ve düşünceler sardı dört bir yanımı. Ya bitmezse diye. 18 yaşındayım ve hayatımda ilk kez düşünmekten korkuyorum.
Bireyleri daha önce hiç karşılaşmadıkları kimlikleriyle dört duvar arasında bir başına bırakıp neredeyse delirmesine sebebiyet veren bu olayların zıvanadan çıkışını, kontrol edilemeyişini kabullenemiyorum. İşin inanç kısmına gelince felaketlerin bütün toplumlara gönderilmesini idrak edemiyor, dinde dahi kurunun yanında yaşın da yanmasını anlamlandıramıyorum.
Çok ama çok öfkeleniyorum. Ne zaman, nasıl, ne şekilde biter bilmiyorum. Ama ömrümün baharını bu lanet şeye hibe etmek çok zoruma gidiyor. Pıtır pıtır gezmekten kara sular inecek ayaklarım şimdi evde dili yırtık bir terliğin içinde stresle sallanıp duruyor. Tam mezun olduk iş yok güç yok biraz kendimize vakit ayıralım içimizde kalan yerleri görelim diye plan yaparken olana bak ya. Şu soğukta gezmekten ucu kızaracak burnumda stres yüzünden sivilce çıkmasını kabullenemiyorum arkadaş ya. Ne sakin kalabiliyorum ne de yapıcı olabiliyorum. Ha bitecek, ha ışığı gördük,yok kontrol altında, vay efendim kısıtlamalar kaldırılmak üzere. E hani nerede ya? Ciddi manada şu süreçte işlerini uhuletle ve suhuletle halledebilen insanlar varsa elinden öperim abi. Hoş, gerçi Covid var. El de öpemiyoruz. Of of.
Ben iyisi mi bugünün konusuna geçeyim. Epey zırvaladım girizgah ayağına. Sizler derin bir nefes çekiniz ve buyurun Kış Uykusu.
2014 yılının Haziran ayında bir film vizyona girdi. Tam 13 Haziran'da. Adı Kış Uykusu. Toplamda 304.782 kişi tarafından izlenen bu film Nuri Bilge Ceylan'ın en çok izlenen filmi olmasının yanı sıra Türkiye sineması adına Altın Palmiye ödülü kazanan ikinci film olarak karşımıza çıkıyor. Altın Palmiye ödülüne layık görülen ilk filmimiz Şerif Gören yönetmenliğindeki 1982 yapımlı Yılmaz Güney filmi Yol idi.
Türkiye, Fransa ve Almanya'nın ortak yapımından beyaz perdeye taşınıp Zeyno Film, Memento Film ve Bredok Film prodüksiyonunda hazırlanan yapıt Mars Entertainment Group, Arte France Cinema işbirliği ve Eurimages, Sony, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı katkılarıyla sunuldu.
Zeynep Özbatur Atakan'ın yapımcılığını üstlendiği filmin yönetmen koltuğunda biz nitelikli seyircilere selam duran bir adet Nuri Bilge Ceylan mevcut. Eserin senaryosu ise NBC'nin ve eşi Ebru Ceylan'ın imzasını taşıyor. Gökhan Tiryaki'nin görüntü, Gamze Kuş'un ise sanat yönetmenliğini üstlendiği filmin ses miksajı ise Lars Ginzel'e ait. NBC ve Bora Gökşingöl'ün kurguladığı film yerelde Mustafa Dok ve Mallet-Guy'ın, ulusalda ise Müge Kolat ve Olivier Pere'nin ortak yapımcılığıyla ölümsüzleşmiş.
Anton Çehov, Voltaire, Dostoyevski ve Shakespeare gibi Dünya edebiyatının üstadlarından esinlenerek hazırlanan filmin çekimleri Nevşehir, Kars ve Erzurum'da yapıldı. Akla hayale sığmayacak bir prodüksiyon ve gerçekten çok kalabalık bir ekip ile çalışılan bu muazzam işin oyuncu kadrosunda ise Haluk Bilginer, Melisa Sözen, Demet Akbağ, Serhat Kılıç, Nejat İşler, Ayberk Pekcan, Nadir Sarıbacak ve Tamer Levent gibi kabiliyetinden sual olunmayacak kimlikler yer alıyor.
Kabaca, yıllar yılı yaptığı tiyatroculuğu bırakıp Kapadokya'da bulunan baba yadigarı otelin işletmeciliğini üstlenen Aydın'ın hayatındaki iki kadın olan Nihal ve Necla ile bir türlü anlaşamamasını konu eden film bir çok kez NBC tokatını yüzümüze vuruyor. Burada pek tabi NBC'nin nitelikli seyirciye hizmet etme arzusuna da şahit oluyoruz. Nitekim ortada öyle bir iş var ki ifade edilene göre film 200 saatlik sesli ve görsel materyaller arasından oluşturulmuş. Hatta ilk kurgu 4 saat 30 dakika gibi bir süreymiş. Ancak sonrasında vuku bulan hummalı çalışma ile bu süre 3 saat 16 dakikaya indirgenebilmiş.
Din adamlarının giyim kuşam, konuşma, yaşayış biçimi, temizlik, dürüstlük gibi konularda halka örnek olacak kalibrede adamlar olması gerektiği, yazın hayatında doğru yolda olduğundan kuşkunun kalmaması için büyük gazetelere ya da ana akım medyaya peşkeş çekmek yerine ufak yerel bir gazetede özgür bir kral olmanın daha iyi olduğu, yoksulluk ve fakirlik Allah'ın takdiri veya karşı gelinemeyen bir kader olsa dahi bunlarla mücadele etmek için verilen akla işaret edişi, İslamiyet bir medeniyet ve bir yüksek kültür dinidir diyerek kusurun İslam'da değil de insanda olduğunu gösterişi, kötülüğe karşı susmanın karşımızdaki kişinin kendini daha haklı sanmasına sebep olan yersiz bir şey olduğu, sürekli aynı konuların üstüne gidip ısrarcı olmanın derinlere nüfuz ederek yeni bir şeyler yaratabilmenin başlıca koşullarından biri olduğu ve hiçbir şey yapmasa bile kafasında daha fazla fikir barındıran birinin diğerlerinden daha eylemci sayıldığı sanrısının korkakların ve tembellerin yıllanmış bahanesi olup asıl olanın harekete geçmek olduğu gibi Türk sinemasına bir kaç gömlek büyük gelecek kült mesajlarla donatılmış bu film karşısında şapka çıkarmamak işten bile değil.
Fakat şu İslamiyet bir medeniyet, bir yüksek kültür dinidir söylemine biraz takıldım. Aydın Bey bu cümleyi pasaklı olarak tanımladığı imam Hamdi Hoca ile görüşmesinden sonra kaleme aldığı yazının finalinde söyledi. Ve ben nedendir bilmem ama bu cümle seküler kesimin bir ironisi olabilir mi acaba diye düşünmeden edemedim. Doğrusu bir gün Nuri Bilge yahut Haluk Bilginer ile karşılaşırsam ilk iş bunu soracağım.
Filmin ilk çeyreğinde yaşlılığımın Aydın Bey gibi olmasını arzuladım. Yalnızca çalışmalarımı yapabilmek için kırsalın göbeğinde bir oda ve doğanın ta kendisi bir yaşam. Yalan yok etkilendim ve gıpta ettim. Ancak sonrasında Nihal ile olan anlaşmazlığı, genç ve güzel bir kadının ömrünün en güzel yıllarını mütemadiyen heba ettiği iddiası, aşkın dakikalar ve saniyeler boyu özlesen bile gururundan söyleyememek midir sahiden diye düşündüren sorgusu, Garip köyünden gelen mektupta Aydın Bey'e dizilen övgüler esnasında Nihal'in siz onu bir de bana sorun bakışları ve anlaşılamayan bir kadının ne anlatsam olmayacak farkındalığına varmasıyla oluşan çaresizliği beni öylesine korkuttu ki anlatamam.
Sanırım filmden sonra revize ettiğim en büyük korkularımda ilk sırayı eserlerimi beğenen okurlarımın yanı sıra hayatı paylaşamadığım bir yol arkadaşımın olması aldı. Hoş, Aydın'ın derdi sadece yol arkadaşı Nihal'le de değildi. Aydın, ablası Necla'yla da anlaşamıyordu. Ben rahatsızlık duyduğu noktalarda yazan Aydın'ın gerçek bir aydın olduğu düşüncesini savunsam da Necla pek öyle düşünmüyordu.
Kötülüğe karşı koymamak gibi garip bir yargıyı anlamlandıramadığım bir karmaşayla çözmeye çalışmalarını bön bön izledim desem abartmış olmam herhalde. Nihayetinde bütün Yahudiler kendi kendine toplama kampına gitsinler de Hitler hiç yorulmasın o zaman gibi sert bir misal ile Aydın Bey'in tarafına geçtiğim bu ayrılıkta kötülük yapma eğiliminde olan kişiye kötülüğü yapması için imkan sağlayıp o kötülükten vicdani bir azap duymasını bekleme fikrini sağlıklı bulmuyorum.
Tabi bütün bunlar dul ve bıkkın karakterimiz Necla'nın başının altından çıkıyor. Demet Akbağ kesinlikle harikulade bir değer ancak bu sefer o kadar toksik bir karakter canlandırmış ki şahsen ben izlerken çıldırdım. Hayır bazı dertler de inanılmaz gıcık. Efendim neymiş tüm olumsuzlukların dış odaklı olduğuna inanlar sürüsü, yok işte kendini kandırarak korumanın doğruluğu yahut yanlışlığı. Bakınız tüm bunlar yaşamın maddiyat kısmını oturtmuş kimselerin sorunları. Bir evsiz asla kapitalist sistemin ağına aldığı insanların tüketim canavarlığı sayesinde kaybettiği insani değerlerini sorgulamaz. Çünkü evsizdir, derdi temel ihtiyaçtır. Nihayetinde filmde Necla'nın kendi canını sıktığı ve hiçbir şekilde harekete geçmediği sorunları genelde aydın dertleri. Bu gerçekle bu kadar yüzleşmek hoşuma gitmedi. Merak etmeyin ben toplumun benimsediği değerler üzerinden sevilmeye çalışıp risk almadan beğenilme kaygısı güden biri değilim. Böylesine harika bir NBC filmi de olsa beğenmediğim noktaları naçizane ifade ederim.
Hoş, benim sıkıntım Necla'yla da olabilir. Çünkü birinin ona sırf gerçeklik ve rasyonellik kisvesine bürünmek niyetinden ötürü dilin tüm kelimelerini arka arkaya sıralamak suretiyle yaşamak için edindikleri meraklar adına çabalayan insanların enerjisini sömürmenin bir b*ka yaramacağını söylemesi gerekiyor. Uzun uzun cümleler konuştukça doğru konuşmuş sayılmazsın Necla. Bunu arada ben de yapıyor olabilirim.
Zaten hayli sıkıcı ve gittikçe sıradan olan şu toplumda bence asıl mevzu yaratıcılığı beslemek, dimağı açmak, üretkenlik için kaygılar içinde kıvranmak, kendine bir dünya yaratabilmek ve çalışmadan geçen bir hayatın dürüst ve namuslu bir hayat olmadığını kabul etmektir.
Can sıkıntısı denen şeyin lüks bir eylem olduğunu aksine ancak sıkılacak vaktimizin dahi olmadığı bir hayat temposunun bizi ve yaşama sevincimizi diri tutacağını üstelik tek gerçeğin herhangi bir şey hakkında dahi olsa bir an önce harekete geçmek olduğunu NBC penceresinden bir kez daha sindirdiğim için mesudum.
İsmail'in İlyas'a attığı tokat ile ürperen içinizin kanaatimce hiçbir şömine sahnesinde ısınmayacağını belirtmek isterim. 2016 özelinde IMDb Top 250 listesine giren ilk yerli yapım olarak da göğsümüzü kabartan Kış Uykusu filmi Muhsin Ertuğrul, Antonius ile Kleopatra ve Ömer Şerif gibi ince göndermeleriyle de ne kadar takdire şayan bir iş olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Aydın'ın çalışma odasında Bilginer'in oynadığı oyunlara ait fotoğrafların bulundurulması gibi tatlı arka planların da tebessüm ettiği film Hidayet ile Hamdi Hoca'nın tartışmasında Hamdi'nin ayna detayına kadar çalışılmış fevkalade bir prodüksiyon demektir.
Bana göre filmin kırılma da diyemiyorum ama hassas noktası diyelim hadi. En hassas noktası Necdet'in Necla'ya ne yaparsa yapsın Necla'nın gidip ona hep iyi davranayım, af dileyeyim, yaptıklarına susayım böylelikle utanır ve pişman olur da yaptığının yanlış olduğunu fark eder sanrısıydı. Utanmazlar Necla, utanmazlar. Kendimden biliyorum hani. Kilometrelerce yol gidersin sonunda adı gelmeseydin olur.
Nedamet getirmenin tekamül işi olduğunu yani pişmanlığı belli etmenin olgunluk gerektirdiğini, suyu havanda dövmenin -ki bu söz beni aşırı manada etkiledi- faydasız hatta gereksiz olduğunu, ailelerimize karşı küçükken hürmetimiz büyükken ise şefkatimizle sınandığımızı bize enfes bir görsel şölen ile hatırlatan başta NBC olmak üzere tüm Kış Uykusu ekibine tebriklerimi ve şükranlarımı sunuyorum.
Beklentileri karşılayamayıp filin fare doğurmasına üzülen ve tecrübelerinden mütevellit susamayan bir adamdı Aydın Bey. Onun nezdinde ben de susamadım bugün. Uzun bir aradan sonra film inceleme hazzına tekrardan ulaştığım için iyi hissediyor ve karşılayamadığım beklentiler için özür diliyorum.
Kalın sağlıcakla.
*Filmin yine bir o kadar keyifli ve vizyon dolu kamera arkası sahnelerini Nuri Bilge Ceylan'ın Youtube kanalında bulabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder