Hadi. Gel beni öldür. Bunu yapamaz mısın? Ben kararlıyım. Ve bunu ancak beni çok seven birinden isteyebilirdim. Lütfen sen de tam bu yüzden bunu yapamayacağını söyleme. Gel beni öldür.
İzlence'nin 19. bölümünde Sinefilm ve Mars Production imzası taşıyan Les Films De L'apres Midi, Topkapı Films ve Mitosfilm ortak yapımıyla 27 Ekim 2017'de beyaz perdede boy gösteren İşe Yarar Bir Şey filmi ile beraberiz. T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Eurimages, Centre National Du Cinema ve World Cinema Fund katkılarıyla hazırlanan filmin yönetmen koltuğunda Pelin Esmer oturuyor. Eserin senaristliğini de Barış Bıçakçı ile birlikte üstenen Esmer'e kurgu kısmında Evren Luş eşlik ediyor.
Pelin Esmer ve Marsel Kalvo'nun yapımcılığını üstlendiği eserin görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki, sanat yönetmeni ise Elif Taşçıoğlu. Miksajda Jan Schermer'in, tasarımda ise Cenker Kökten'in imzası bulunan film kostümden ışığa, foleyden efekte kadar hatırı sayılır bir ekip ve kaliteli bir prodüksiyonla oluşturulmuş. Öyle ki Başak Köklükaya, Öykü Karayel, Yiğit Özşener, İbrahim Selim, Ayşenil Şamlıoğlu, Berfu Öngören ve Aslıhan Kandemir gibi oyuncuları kadrosunda barındıran eserin bir mekan araştırma birimi bile var. Bence bu gerçekten kıymetli. Ada Sahilleri, Yemenimde Hare Var, Telgrafın Telleri, Kimseye Etmem Şikayet, Fikrimin İnce Gülü, Allı Turnam ve Ah Bir Ateş Ver gibi kulağa cuk oturan ezgilerle sizi içine çeken yapıt Türkiye, Fransa, Hollanda ve Almanya ortak yapımı olması hasebiyle de çoğu alanda övgüyü hak ediyor.
Sizce birini öldürmek iyilik sayılabilir mi? Ama ölmek isteyen birini öldürmek. Hatta karşılıksız iyilik bile denilebilir mi buna? Ya da siz günün birinde boynunuzdan aşağısı felç kaldığı için ölmek ister miydiniz? Diyelim ki istediniz ve ölmeye karar verdiniz. Peki bunu kimden isterdiniz? Katilinizi seçmek isteseydiniz kimi seçerdiniz? Bazılarınızın haklı olarak tüylerini ürperten bu sorular filmde öylesine ustaca göğüste yumuşatılmış ki bunu ölmeye karar veren bir adam katilinden kendisine bakmak için bir ayna isteyince anlıyorsunuz.
Arkadaşlarına göre biraz yabani, içine kapanık ve romantik bir kadın. Bir avukat aynı zamanda. Bana göre ise yaşadıklarını her daim kaleme alan kalender ve ehlikeyf birisi. Leyla. Beraberinde hayallerine ihanet etmek istemeyen ve bunun için paraya ihtiyacı olan yarım kararlı genç bir hemşire. Canan. Öte yanda ise Badem Adem'in gelişinden günü ölçen ve ölmek isteyen sakat bir adam. O da bir şair. Ama mühendis olduğunu söylüyor. Hem de mecburiyetten. Çünkü şairlere meslekleri sorulduğunda şairim demezlermiş. Öyle diyor Yavuz. İşte 'İşe Yarar Bir Şey' filmi bu üç karakterin, kısık sesli türkülerin, çalışan ablaların, uzun mu uzun bir tren yolculuğunun ve maharetlerini sergilemek üzere toplanan arkadaşların gölgesinde geçen yumuşacık bir film.
Hikayesi olan mekanların ve minimal detayların köpeği olan fertler için biçilmiş kaftan olan bu eser huzursuzluk, tehdit, tedirginlik ve tehlike temelli karga figüründen tutun da duvardaki gözü aynalı kadın çizimine dek bir çok mesaj barındırıyor.
Dededen kalma yemek masasının altına sığacak kadar küçük kalsak yeter sanki dedirten bu yapım sıradan bir dram filmi olmaktan çıkıp kayda değer sorgulamalar için de girizgah yapıyor. Merak mesela. Merak etmekten vazgeçse bir insan, bir anlamı kalır mı sizce yaşamanın? Daha bu sabah yataktan kalkarken acaba kar gece de yağıp sokağı bembeyaz etmiş midir diye meraklanıp doğrulmadık mı? Sizce de merakımızı kaybedersek artık bir köşeye çekilip ölmeyi beklememiz gerekmez mi?
En az karşılıklı diyaloglar kadar anlam barındıran iç konuşmalar da filmi hoş kılan bir başka etken. Herhangi bir şeyi aramayı sevmeyince saklanmanın daha cazip gelmesine de aradığında bulmayı ummanın garip bir beklenti olmasına da şaşkınlıkla bakan ben ise kendimi o yemek masasında çatalla dostlarını susturup yeni planlar anlatan kırk ikilik adam gibi hissettim. Öyleydi ama. Hatta hala öyle de olabilir. Ekibin girişken adamı bendim genelde. Organizatörlük diğer adımdı sanki. Bir yerde bir şey yapılacaksa da bir anons verilecekse de hep ben sıvardım kolları. Memnundum da bundan. Hoşuma giderdi.
Yalan yok merak ediyorum. Tıpkı filmdeki gibi 25 yıl sonra liseden arkadaşlarımla buluşsam ne olur tasavvur bile edemiyorum. Sanırım o yemeğin Leyla'sı ben olmak isterdim. Ya film masasında edebiyatla ilgilenen başka kimse yok diye ya da ben diğerlerinin hayat hikayesini bilmiyorum diye. Ancak biri vardı ki o masada. Güzel insanların çirkin hikayeleri olur yargımı kanıtlar nitelikteydi. Kendisine inceden sulandığını sandığım arkadaşına 5 aydır ilk kez akşam dışarıya çıktığını söylediğinde yaşamlarımızın bizi ne denli hapsettiği gerçeğiyle bir kez daha yüzleştim. Yaşamak için çalışmak değil de çalışmak için yaşamak durumunda kaldığımız kuru bir soğuk gibi çarptı suratıma.
Yavuz'un salonunda edilen muhabbete değinmek isterim biraz. Aynısı bir hikayeye denk gelsem ne yapardım bilmiyorum ama Leyla'nın tutumu nedense hoşuma gitti. Tek sorgum bu olaya niçin dahil olduğu. Gerçekten bir insanın hayattan kopmasını engellemek istediği için mi yoksa birinin kalbinin yavaşlamak suretiyle durmasından dolayı ölümüne şahit olmak duygusuna erişmek için mi? Ya da başka bir niyet olabilir miydi? Nihayetinde Yavuz'un da dediği gibi. Bir insanın ölümüne şahit olmak az şey mi?
Bence bu filmin kırılma noktası Yavuz'un Leyla'yı tanıyor oluşu. Bir şairin rızasıyla gideceğini söylediği an üstüne gelen bakış bir çok şeyi anlatır nitelikteydi. İşe yarar bir şey yapmak için avukat olan Leyla ilk dizenin Allah vergisi olduğunu söylerdi. Ve her şeyi bilmenin çok sıkıcı olduğunu da. Üstelik böyle olunca yani her şeyi bilince çelişkileri silmek gerektiğini de. Yavuz ise tüm çelişkileri Leyla'ya bırakıyordu artık. Ölümsüz olmak için kitap çıkartanları, şiir yazanları, film yapanları yad ediyorlardı. İlk ölümlü olmanın kıvançlı bilinci iliklerine işlerken Gündoğdu Apartmanı, Numara 244, Daire 2'den dışarıdaki akışkan hayatı seyrediyordu Yavuz.
Bense tüm bunlar olurken Canan'ın oyunculuk düşlerini anlatmasından şu kanıya varıyordum. Her insanın göz bebeklerini pırıl pırıl yapan ve anlatırken bacaklarını sallandıran bir hayali vardır. O hayale ömür boyu sımsıkı sarılabilmek ümidiyle yazının sonlarına gelirken Arjantinli şair Julio Cortázar'a ve bu filmi ilk kez izlediğimde hikayem için bana ilham ve önayak olan Bir Sarı Çiçek kitabına selam duruyorum.
"Ben turuncuyum ve hiçbir şey turuncuyla kafiyeli değil." dizesiyle filmde karşımıza çıkan Hızlandıkça Azalıyorum kitabının Norveçli şairi Kjersti Skomsvold, 20. yüzyılın en önemli İranlı şairlerinden Füruğ Ferruhzad, maşallah vaktinde kansere yenik düşen Didem Madak ve bilinen tek şiir kitabı Satranç Dersleri'nin yayınladığı ay Tokat'ta askerdeyken intihar eden İlhami Çiçek gibi güzelim insanların kokusunu duyduğumuz bu güzel iş Başak Köklükaya'nın en iyi kadın oyuncu ödülünü aldığı 24. Adana Uluslararası Film Festivali'nde ve 21. Tallinn Black Nights Film Festivali'nde en iyi senaryo ve 5. Boğaziçi Uluslararası Film Festivali'nde ise Pelin Esmer özelinde en iyi yönetmen ve Öykü Karayel özelinde en iyi kadın oyuncu ödülünü alıyor.
Leyla'nın yolculuk boyunca elinden düşürmediği Gülten Akın'ın Kırmızı Karanfil isimli şiir kitabını da bir çocuğun kendisi için yarattığı hayali karakter onu günün birinde bırakıp gitmesin diye sakat biçimde tasavvur etmesini de uzunca düşündüm. O vakitler çok ama çok heveslendiğim tren yolculuğundan mütevellit ilgimi çeken ve bir yol filmi havasına girmenizi sağlayan ve kamerayla kalemi, sinematografiyle edebiyatı en hoş biçimde harmanlayan bu ağırbaşlı filmi ikinci izleyişimdi. Lakin yine olsun yine izlerim.
Bu gece öteye bakmaktansa sağa sola bakmayı yeğleyenlerin filmini, İşe Yarar Bir Şey'i inceledim. Sizleri Barış Bıçakçı'ya ait olan Bir Kitabın Sayfaları adlı şiirle baş başa bırakıyor ve haftaya görüşene dek kendinize iyi bakmanızı diliyorum.
Bir Kitabın Sayfaları
Baktım rüzgarsın sen
Baktım çamaşır ipini zorluyorsun
Hepimizin derdi güzel yaşlanmak sevgilim
Baktım bir kitabın sayfalarını çeviriyorsun
Ayağına terlik giy
Bildiğimiz şeylerin taşında yalınayak geziyorsun
Biz satranç oyuncusuyuz sevgilim
Üzerimizde kara bir leke biz satranç oyuncusuyuz
İnanıyoruz ceketlere düğmelere
İnanmıyoruz takvimleri savurarak gelen geleceğe
İşte yitirdik bütün taşlarımızı darmadağınık oyun tahtası
Bir tek şahımız duruyor sevgilim, o da evli, iki çocuk babası
Kelimeler önümüze çıkıyor sevgilim
Uykumuzu bölüyor buradan çocukluğumuza kadar
Buradan çocukluğumuza kadar bir telaş
İçi boş kuşları kovalıyoruz ve bir sebep arıyoruz
Herkese küsmek için
Hemen o cumartesi buluyoruz, hemen o pazar
Yaşamak çukur yerlere doluyor diyorlar
Bu yüzden yıkıntıya dönüşse de yaşıyormuş insan
Ama hep yıkıldığımız yeter sevgilim, biraz da kekik toplayalım
Kıymetini bilmediğimiz şeyler var
Yaşamak bir at gibi huysuzlanıyor kapımızda sevgilim
Geçen günlere üzüldük tamam yola düşelim
Düşünelim: başka günlerin duvarı daha sağlam
Düşünelim: başka günlerin sokağı daha neşeli
Başka evlerin kadınları erkekleri tam bir kahraman
Tül perdeler uçuşurken başka evlerin pencerelerinde
Bizi bir kitabın sayfaları arasında kurutuyor zaman
Ama baktım sen rüzgârsın sevgilim
Kitapları bir başından bir sonundan okuyorsun
Başucunda bir bardak su
Beni başucumda bir bardak su gibi avutuyorsun
Barış Bıçakçı
Yorumlar
Yorum Gönder