Aziz Valentine

Bu sefer kafamı toplayıp doğru düzgün bir karar vermek zorundayım.

Her yerde olmak istiyorum. Bir müzisyen, bir psikolog, bir tiyatro oyuncusu, bir hakim, bir öğretmen, bir yönetici, bir hikaye anlatıcısı ve dahası olmak istiyorum. Kendimi asla tek bir yere ait hissedemiyorum. Eskiden oldukça idealist hissettiren bu çok yönlülüğümün beni böyle kısır bir döngüye sokacağını tahmin bile edemezdim.

Doktor önlüğü giyip görev yaptığı okulun bahçesinde birbirini seven iki genç arkadaşın kalbine steteskop tutan, ümitsiz vaka olarak görülmelerine karşın verimli ve düzenli çalışarak haklarında bulunan tabuları yıkan öğrencileri ödül olarak şehir turuna çıkaran, sınıfıyla fidanlar diken, ekibiyle kısa filmler çeken çılgın ve garip bir rehber öğretmeni olabilirim. Kulağa heyecan verici geliyor öyle değil mi? Ya da danışanlarını ağırladıktan sonra geceleri kliniğinde gerçek yazarlar ve gerçek sanatçılarla radyo programları yapan hatta belki ofisinde yaşayıp Youtube kanalına kaliteli içerikler üreten bir psikolog olabilirim.

Kim bilir belki de tüm çabam vatana ve millete katkı sağlayabilmek adına onun bunun işine yarama amacı gütmeden kimsenin yardakçılığını yapmayan şerefi ve namusuyla teşkilat nezdinde halkına hizmet eden bir Türk polisi olmak için olacak. Yahut son nefesimi bile verdiği kararlarla insanlığın hala var olduğunu hatırlatıp adaleti çıkarlara değil de gerekene uyarlayan ve eşitliğin adalet olmadığını bilen hem üstelik sadece kanunun üstünlüğünü kabul edip başka kimseye boyun eğmeyen cevval bir hakim olmak için harcayacağım.

Hepsi birbirinden cazip tüm bu seçeneklerin arasında emin olduğum tek şey ise hayatımdaki karmaşıklığa son vermeye dair yeltendiğim bütün girişimlerin etkileyemediğim hamlelerle erteleniyor oluşu. Öyle ki geleceğime yönelik ne zaman bir plan yapsam, kendime bir yol çizsem bir şeyler oluyor ve yine elde var sıfır. Hiçbir şey başaramayıp sürekli şartları bahane eden vasıfsız biri gibi görünmekten imtina ederim. Ömrüm boyunca bu rezil imajdan geri durdum. Kaldı ki öyle boş beleş biri de değilim. Lakin benliğimi gerçekleştirmek ve mesleki kimliğimi oluşturabilmek için neye uzansam benden geri çekiliyor. İçine düştüğüm bu bahtsız girdaptan nasıl çıkarım bilmiyorum. Hala ümitliyim ve hala uğraşıyorum. Gayretim kaybetsem dahi savaşmış olmak üzerine. Nihayetinde mağlup olan değil vazgeçen kaybeder.

Hoş, bu umut meselesi de bir tuhaf olay. Gözlemlediğim kadarıyla küçüklerim, akranlarım ve büyüklerim maalesef dehşet bir yeisin içinde. Öyle ki nüfusun genelinde ne yazık ki gayrı inanılmaz bir bıkkınlık, umursamama ve vurdumduymazlık havası hakim. Memlekette çok güzel işler yapacağından şüphe etmediğim kimseler bile gayrı yurt dışına gitmenin yollarını arıyor. Üstelik onlara artık kızamıyorum. 

Sen gidersen, ben gidersem nasıl olacak bu işler? Köydeki sivri zekalı dürüst bürokrat çocuğa kim ulaşacak? Kasabanın doktor olma hayaliyle yanıp tutuşan o en becerikli kızına kim el uzatacak? Peki ya babasının mühendis dayatmalarını doksana gidecekken son anda tutan o geleceğin altın file bekçisine hangimiz anlatacağız hayallerinden vazgeçmemesi gerektiğini? Fakat artık ümit yetmiyor bu gençlerimize. Onlar şarkı dinlemek değil Nazım gibi şarkı söylemek istiyorlar. Haklılar da. Ve buna istinaden o kaliteli mikrofonlar neredeyse oraya gidecekler. 

Neyse. Hadi biz sanki gençlerimiz buradan kaçmanın yollarını aramıyormuş, refah seviyemiz çok yüksekmiş ve hatta alım gücümüz harikaymış gibi yumuşak şeylerden bahsedelim. Ne ola ki acep?

Allah Allah. E coğrafya kaderdir dedikleri bu sanırsam. İnsanın memleketinde adalet, hukuk, özgürlük, liyakat, geçimsizlik, eğitim kalitesi ve sosyal yetersizlik gibi problemler olunca pek rahatlatıcı şeyler de düşünemiyor. Ah buldum buldum. Sevgililer Günü. Buyrun hikayesine bakalım madem.

Efendim rivayete göre üçüncü yüzyılda Roma İmparatoru olan 2. Claudius savaş, askerlik ve daha geniş topraklara yayılma tutkusuna sahip garip bir abimiz. Öyle ki imparatorluğunun sınırlarını her seferinde daha da genişletmek adına seferler yapıyor lakin asla tatmin olmuyordu. Oysa aza kanaat etmeyen çoğu bulamazdı. Ah pardon, hikayeleri karıştırdım. Bu tamahkâr kralımız başını göğe erdiremeyen seferlerden askerleri sorumlu tuttu. Onun düşüncesine göre erkekler sevdikleri kadını ve ailelerini geride bırakamıyordu. Bu yüzden imparator bir karar aldı, tüm evlilik ve nişanları yasakladı. Böylelikle erkek askerlerin sorumluluklarını ve sevdalarını en aza indirgeyip performanslarını arttırmayı hedefliyordu ki Aziz Valentine adında sevenleri sevdiğine vermeyenlere kafa tutan can ciğer bir beyefendi çıktı ortaya. 

Genç sevgililerin aşkı karşısında ponçik kalbinin duygulanmalarına sahip çıkamayan Valentine amca ise yasak falan dinlemeden çatır çatır nikah kıymaya devam ediyordu. Çünkü onun için her şey aşktandı. Lakin o da ne? Bir gün bizim papaz amcamızın bu gizli ve bir o kadar da tatlı eylemi sevgiden nasibini almamış olan 2. Claudius'un kulağına gitti. Olanları duyar duymaz Aziz Valentine'ı hapse yollayan 2. Claudius nereden bilsin ki Valentine içeride gardiyanın kızına aşık olacak. Ömrünü kendisi gibi sonlu kimselerin biçtiği Aziz amca anlatılanlara göre idama götürülürken de aşık olduğu hanımefendiye 'Senin Valentine'ın' imzalı bir aşk mektubu gönderiyor. Sonrasında da takvimler 14 Şubat 270'i gösterdiğinde Papaz Aziz Valentine öldürülüyor.

Ne hikmetse o yıllarda da Ocak ayının ortasından Şubat ayının ortasına dek süren ve her yıl Roma'da büyük bir heyecanla kutlanan Lupercalia Bayramı vardı. Bu bayramda her kağıtta bir kişinin adının yazdığı sistemle çekilişler yapılıyor ve birbirlerine çıkan kız ve erkekler gün boyu birlikte eğlenip genelde günün sonunda evlilik kararı alıyorlardı. Eski putperest inancının devamı olduğundan zaar diğer papaz amcaları bir hayli rahatsız eden Lupercalia Bayramı'nın adı o yıl yaşananlara binaen Aziz Valentine günü olarak değiştirildi. Sonra da patladı gitti.

Günümüzde ticaret piyasasını her yılın ilk çeyreğinde hop oturtup hop kaldıran ve kayda değer hareketlilikler sağlayan bu Sevgililer Günü olayının kapital çarkının bir dişlisi olduğunu düşünüyor ve hatta 'böyük oyunlar oynanıyo yeenim' diyerekten böyle sahtekarlık kokan para tuzağı işlere kanmamanızı öneriyorum.

Tüm bunlardan aklıyla sıyrılan, sevginin bir gün değil de her gün olduğunu idrak eden, aşkın kırmızı ayıcıklarda değil hayat yüzünden siyahlaşsa bile çıkarsız duygularla beslendiği için yumuşayan kalplerde saklı olduğunu bilen ve giyilebilecek en güzel kıyafetin merhamet olduğunu özümseyen tüm güzel insanların sevgililer günü kutlu, mutlu, süperli, ihtişamlı, harikalı olsun.

Bak beynimi kemiren onca düşünceye rağmen yine sesimle okuyacağınız muzırlıkta hikayeler anlattım, yazdım. Arada acık beni de sevin. 

Havalar soğudu, tarzanlık yapmayın emi kuzum. Geceleri de üstünüzü açmayın, malum sapız örten yok. Bu havada soğuk soğuk şeyler de içmeyin. Salep alın, salep için. Kitap okuyun, film seyredin. Dışarıya çıkınca gördüğünüz esnafa kolay gelsin deyin. Çok hoşlarına gidiyor bak.

Ufaktan iç dökme seansımızı yaptık, haftanın konusunu işledik, bilmiş gibi tavsiyelerde bulunduk. E bu haftalık bu kadar o zaman. Hadi kendinize iyi bakın.

Yorumlar