Meşhur hafta başı sendromunu başarıyla atlatan, hâlâ hafta sonunun bittiğine inanmakta güçlük çeken, sıkıntıları şüphesiz günlerden ve etkilerinden çok daha başkaca olan, yaşamı anlamlandırmak girdabı içerisinde evvela bulduklarını kaybetmekle hiçsizleşen, neler olduğunu bir türlü kafada oturtamayan, mutlak bir öfkeyle gayrı evrenden alacaklarının tahsilini bekleyen, akademik sunumları müthiş yararsız ve inanılmaz saçma sayan, huzuru bulup nazar değmesin diye kimselere göstermeyen ve latif bir gönülde yer alamayabilecek olma kaygısıyla ömürde yalnızca takvim döndüren herkese merhabalar, Boş Meşgale'ye hoş geldiniz.
Hatrı sayılır bir süre sonra yeniden ait olduğumuz topraklara dönüşümüz bir avuç kadirşinas okurun sevgi, övgü, şaşkınlık ve ilgisine mazhar oldu. Öyle ki özleyenler olduğu kadar artık bu işte süreklilik sağlayamama ihtimalime karşın erkenden ümitlenmek istemeyenler de vardı. Ancak adı her ne ise de Boş Meşgale özüne yeni üyeler katarak okurunun gerçekçiliği ve samimiyetinden asla taviz vermeden oluşturduğu ruhunu inşaya ve geliştirmeye devam ediyordu. Açık izahı kadar istidada henüz nail olamayabilirim ancak bilinmeli ki bunu hissetmek benim için çok anlamlıydı. O nedenle pay sahibi kimselere canı gönülden teşekkür ediyorum.
Şimdilerde insanların sahtece gergin ve içten pazarlıklı, ticaretlerin ise hızlı ve onursuz olduğu hatta koruma demirlerine iliştirilen asma kilitlere dahi arzu edildiği takdirde birer mana yüklenebilecek bir yerde harcarken ömür sermayemi; ben aslında yine, yeni ve yeniden o tanıdığınız adamım.
İşte bundandır dilim döndüğünden beri de anlatırım, hiç mi hiç susmam, hem vakitli lafı ağzımın kenarında saklarım. Çoğunlukla sükuna ırak, meramı beyana yakınım. Anlaşılmak kilometrelerle ölçülmez de ben bir şeyleri değiştirmeye yakınım. Sadece isyan değildir gayem. Asıl hedefim düzeltebilmektir çoğu şeyi, halen. Ondan sebep çokça düşünmekle pek bir konuşan, mütemadiyen okuyup sık sık yazan bu beyefendi sizleri bir sorgulama seansından yani Devrin Derdinden selamlıyor.
Ve evet, bu yazılı yayında değineceğimiz konu. Ev Gençleri.
TÜİK verilerine göre 2024 yılı itibariyle Türkiye'de yaşayan her üç gençten biri ne eğitimde ne de istihdamda malesef yer almıyor. Üstelik bu istatistik ile OECD Ülkeleri (Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü) arasında da 4.627.000 gibi devasa bir sayı ile en yüksek ev genci oranına sahibiz. Ev Genci meselesi Türkiye için özellikle ilerleyen yıllarda çözülemediği müddetçe hakiki bir beka sorununa dönüşecek gibi duruyor. Zira bu kişilere bir çıkar yol sunulmadığı takdirde zamanla kalıcı bir yoksulluğa gark oluyorlar.
İngilizce'de 'Not in Education, Employment or Training' şeklinde adlandırılıp 'Neet' olarak kısaltılan Ev Genci dilimize ise 'Ne Eğitimde Ne İstihdamda' olarak geçirilmiş. Herhangi bir eğitim almamak yahut yarıda bırakmakla birlikte; çalışmak ve finansal hürriyetini gerçekleştirmek adına herhangi bir iş de aramayan bu gençler kuşkusuz ekonomik anlamda da ailelerine bağımlı haldeler.
Tüm bu karamsar tablonun ardında elbette mevcut ekonomik krizi, liyakatsizliği ve nicelik olarak artış gösterse dahi maalesef günden güne niteliğini kaybeden yüksek öğretim kurumlarını görmek mümkün. Özellikle 2006 - 2018 yılları arasında devlet eliyle yürütülen projeler neticesinde kadınların çalışma hayatına katılımı ve artık mezuniyetleri ile tahsilleri dolayısıyla hem kamuda hem de özel sektörde var edilmesi 15 - 24 yaş arası genç güruhtaki Ev Genci oranını %24,4'e kadar geriletmişti. Ancak o dönem dahi OECD ve AB ülkelerindeki ortalama Ev Genci oranı %15 civarlarındaydı. Üstelik bu iyileşmenin sebebi eğitim öğretimin artışı ile artık bir yılda mezun edilen kadın öğrenci sayısının erkek öğrenci sayısına varacak derecede çoğalmasıydı. Öyle ki zamanla en az erkekler kadar okuyabilen ve mezuniyetini alan kadınlar devletçi adımlar ile kamuya öğretmen, polis, doktor olarak alınıyordu. Ekonominin büyümesi ve iş gücü piyasasının can bulması da Ev Genci oranını kontrol edilebilir bir düzeyde tutuyor ve onlar için yeni projeleri hayata geçirmeye imkan tanıyordu.
Ancak 2018 yılı itibariyle ardı arkası kesilmeyen ekonomik sorunlar ile iş gücü piyasası küçüldü ve bu da gayet tabi işsizliğin artmasına sebebiyet verdi. Devamında yaşanacak problem ise kesinlikle iş gücünün daralmasıydı. Zaten bu da çoğu gencin iş aramaktan vazgeçerek yarıştan düşmesini sağladı.
Ekonomik gelişmeler muhakkak ki Ev Genci oranını ve bizzatihi onları anlamakta etkili ve bize somut veriler ile yardımcı oluyor fakat bu kalabalığın cinsiyet oranları arasındaki fark da hayli düşündürücü. Ev Genci erkek ve kadınların gözlemlendiği çalışmalarda toplumun kadına addettiği görevlerden, halk arasında belli belirsiz konuşlandırılan kadının yerinden, bu toprakların yazılı olmayan kurallarından yahut bir aile maddi açıdan sıkıştığı zaman kariyerinden vazgeçilecek ilk öğrencinin kız çocuğu olmasından mıdır bilinmez ama bir kadının Ev Genci olma ihtimali bir erkeğin Ev Genci olma ihtimalinden üç kat daha fazla biçimde karşımıza çıkıyor.
Yaşam koşulları değişip zorlaştıkça bir çok genç kadın ve hatta bazı genç erkekler de ailesinden uzakta bir yerde eğitim öğretimini sürdüremez hale geldi. Yetersiz yurtlar, pahalı kiralar ve güvensiz şehirler gençleri konfor alanlarından çıkmama eğilimine ya da direkt olarak ailelerinin onları gözlerinin önünde tutmayı istemesine sebebiyet verdi. Pek tabi bunlar da Ev Genci mevzusuna doğrudan etki eden faktörlerden oldu.
Bakıldığı zaman bilgi ve donanımları ile besledikleri farkındalıklarını ve yeteneklerini gösterememek ve kullanamamak ile adeta sosyal bir izolasyon içerisinde sıkışıp kalan ev gençlerinin bu durumunun altında hem psikolojik ve hem de politik sebeplerin bulunduğunu görmemek işten bile değil.
İyi üniversite eşittir iyi iş denkleminin anlamını yitirmesi ve tatmin edici ücretler ile insani çalışma şartlarının bir türlü birleşememesi nedeniyle sistemi sorgulayan gençler bir yerden sonra maalesef tüm bunlarla mücadele etmek yerine evinde oturmayı tercih etti.
Kadınlarda oluşan negatif ayrımcılıktan söz ettik, o halde erkeklere de bakalım. Zira Türkiye'nin bir gerçeği olarak cebinde para olmadığında kimi söylemlere göre ancak annesi tarafından sevilip başkaca hiçbir kimse tarafından adam sayılmayan, sözü dinlenmeyen, fikri danışılmayan erkek evlatlarının net bir mutsuzluğu ve öyle ki dayatılan bu etikete karşı ciddi bir öfkesi de var. Pekala bu öfke durdurulması mümkün olmayan bir hınca dönüştüğünde ise kriminalize olma yani suça karışma ihtimali de doğrudan artış göstermekten geri durmuyor.
İrili ufaklı suç örgütleri ve siyasi yapılanmalar için müthiş bir insan kaynağı olarak da kullanılabilecek olan ev gençleri uzun vadede toplumun, tabi şayet kaldıysa, tüm değer ve dengelerini alaşağı edebilecek bir konuma da gelebilir. Hayır en fazla ne olabilir ki yani diyorsanız en basitinden 19.01.2007 tarihinde başına ve boynuna isabet eden üç kurşun sonucu suikaste kurban giden Gazeteci Hrant Dink'i öldüren Ogün Samast o dönemlerde on yedi yaşında bir ev genciydi. Buyursunlar, gerisini siz düşünün.
Detaylarıyla birlikte masaya yatırdığımızda bu Ev Genci sorununun çözümü için birden fazla aşamalı önlemler alınması, malesef artış hızı doğumların azalmasına bağlı olmakla giderek yavaşlayan genç nüfusa yönelik uygulanan kamusal politikalarda ciddi iyileştirilmelere gidilmesi, mantığa dayalı özgün eğitim ile erken yaşlarda mesleki yetkinlikler kazandırılması ve bu mesleklerin halkın yerel ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde seçilmesi gerekiyor.
Dünya üzerinde bu işi kendine dert edinen ülkelere baktığımızda Finlandiya'da Eğitim Bakanlığının ev gençlerini istihdama katmak için proje üreten belediyeleri devlet bütçesinden fonladığını ve en düşük ev genci oranına sahip ülke olan Hollanda'nın ise akrana akran destek modeli adı altında gençlerin kendi yaşıtları olan ev gençlerine rol model olması ile kariyerlerini kurmalarına yardımcı olabilmek noktasında destek sağladığını gözlemleyebiliyoruz.
Nihayetinde topraklarımızda da bu meselenin hakkaniyetli biçimde benimsenip çizilecek yol haritası ile çözülmeye başlanması için bir an evvel Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığının ortak çalışmaları ve hayata geçirilmesi mümkün somut projelerinin asli bir gereklilik olduğu aşikar.
İlgili içeriği hazırlarken yararlandığım Aposto isimli Youtube kanalının Kuş Bakışı adlı formatında yer alan Serra Özgür hanımefendiye ve İstanbul Bilgi Üniversitesinden Profesör Doktor Emre Erdoğan'a tespit, bilgilendirme ve yorumları için teşekkürü bir borç bilirim.
Gayrı bilmeyenlerin dahi malumu olduğu bir devrin derdi ile huzurlarınızdan ayrılışa hazırlanırken sizlere haddim olmadan tek bir şeyi salık veriyorum. Bulunduğu konum, etrafındaki insanlar ve dışarıdan görünüşü her nasıl olursa olsun bu coğrafyanın çocuklarının azımsanamayacak derecede çoğunluğu sisteme yahut başkaca bir şeylere karşı hep sitemli, hep üzgün, hep kırgın, hep umutsuz...
Dolayısıyla onları yargılamak, dinlemeden karar vermek, bilmeden hüküm kurmak yalnızca o gençle aranızda olan hukuku zedeler. Lütfen ve lütfen çocuklarınızın, gençlerinizin kıymetini bilin. Belki normal şartlarda bunu bu şekilde ifade etmek benim payıma düşmeyebilirdi bile ama inanın bana şartlar normal değil. İhtiyacımız olan şey bizleri ailelerimizin, eşimizin, dostumuzun dinlemesi ve anlamaya çalışması. Hiç olmazsa köstek olmaması.
Devrin derdi bitmeyeceği gibi muhakkak ki Türkiye'de yaşayan gençler hakkında da konuşacak çok konu, açılacak bir dolu alt başlık ve söz edecek bir sürü şey var. Lakin ben tüm bunları sesli bir içerik ve alanında ehil kişilerin somut kanaatleri ile dinlencelerinize sunana dek sizlerden ricam çoğunluğu yaşayışı ve vizyonsuzluğu ile ne yazık ki umut vadetmese de lütfen gözleri pırıl pırıl parlayan ve bu memleket için bir şeyler yapmak isteyen o güzel çocukları, gençleri bulup onları dinleyin. El verin, ilgilenin. Hiç olmazsa onları kaybetmeyelim, hatta kazanalım.
Yaradan sıralı ölüm verecek olursa henüz babanızın toprağını atmak gibi bir vazifeniz olduğundan güçlü kalmak zorunda olduğunuzu ve tıpkı bizler gibi mevcut susuzluğunuz sizlere yanlış bir kaptan su içirmesin diye uğraşmanız gerektiğini unutmayın. Misafir ettiyseniz şayet bizi bu gece hanenizde, kalbinizde, zihninizde razı olsun sizden yaradan.
Artık sadece sıcaklıktan terli değil haricen sinirli de olan mecburiyetten ütücü yalnız personellerin son gömleğine, yolların yemyeşil gözüktüğü bir İstanbul akşamı için heyecanlanan sürücülerin rotasına ve sabah uyandığında o ya da bu nedenle sanki ekmekler kızarmış ve kahvaltı da hazırmış gibi hissetmek isteyenlerin uyku öncesi son düşlerine eşlik etmesi için muntazam bir parça bırakarak geçiyorum gecelerinizden. Anlatacaklarımız olduğu sürece görüşebilmek ümidiyle efenim, hoşça kalın...
Yorumlar
Yorum Gönder