Hiç uğramamış olanlara, hatrı sayılır bir zaman sonra denk gelenlere, ilk kez görenlere ve bir an olsun ayrı kalmayanlara...
Değerli insanlar; Boş Meşgale'ye hoş geldiniz.
Bizi üzmekle yahut sevindirmekle terbiye edip büyüten hayatlarımızda, sosyal çevrelerimiz ve odak noktalarımız zaman zaman gelişir ve değişir. Son üç yılıma şahit kimselerin yarısından fazlasının bu taraklarda da bezim olduğunu bilmediğinden üstelik epeydir buralarda olmamak ve bu düşe hizmet etmemek gibi bir ahmaklık ettiğimden kısa bir tanıtım ihtiyacı hasıl oluyor diye düşünüyorum.
Takvimler 2017 yılının kışını gösterdiğinde 'Anlatamadıkları için yazarlar, bütün şairler ve yazarlar.' dediğim yerden az biraz sonra 2018 yılının Nisan ayında üstelik o ayın ilk gününde hani şaka gibi bir şey olsun diye Boş Meşgale'yi Fevzi Usta'nın hala bulamadığı bazamın altındaki defterlerimden çıkartıp hayata geçirmiştim. O gün büyük umut ve heyecanlarla başlayan bu iş 01.04.2018 - 01.04.2021 tarihleri arasında tam üç sene boyunca her haftanın Pazar günü yazılı içerikler üretmekle sürdü. İlk etapta niyet sigaradan bıyıkları sararıp bastonunun alt ucunu hala parmağıyla temizlediği için hanımından fırça yiyen altmış üçlük Mustafa'ya bir hatıra bırakmak ise de zamanla Boş Meşgale bizi yaşımızın ve yaşantımızın üstünde insanlarla tanıştırıp onlarla projeler üretmeye sevk etti. Öyle ki bir dönem çevremin hayranlık duyduğu isimlerle dahi iş yapar hale gelmiş ve hatta Boş Meşgale sayesinde 17 yaşımda ilk tek kişilik gösterimi yapıp kapalı gişe oynamıştım. Fakat yaşamdaki her şey gibi Boş Meşgale de nankördü. Doğrusu, odak noktası olmadığını fark edince fayda sağlamıyordu. Bir bakıma haklıydı da.
Ömür ve mukadderat eğrisi bizim gündemlerimizi değiştirip parmaklarımızı farklı kararları yazmaya yorduğundan beri de buradan ve aslında kendimden ayrı kaldım. Lakin bu dönüşüm kesin ve nettir. Bundan sonra yine bana en iyi gelen şeyi hiçbir onay yahut takdir arzusu gütmeden burada yapmaya gayret ediyor olacağım. Bazı şeylerin farkına varsam da hala büyük konuşmama gereksinimini oturtamamışım gibi duruyor. Hoş, büyük lokma da yiyorum oysaki ama bilemedim.
O halde vakti zamanında Kaideli İntikal ile başlayıp devamında Türkan, Süpertaj, Tecrit Günlükleri, Memleket Meselesi, Kavram Karmaşası, Tanıman Lazım, İzlence, Çöp Eleştiri, Devrin Derdi ve "Anaaa!" gibi isimlerinin ve fikirlerinin babası olmaktan gurur duyduğum tamamı bana ait formatlarda içerikler üretmekle var olduğum yuvama hoş geldiniz.
Şüphesiz bizi yolun sonunda zafere ulaştıracak yegane seçim olan elimizdeki tüm varlıkları ve sahip olduğumuz tüm disiplinler arası kabiliyetleri değere çevirmek noktasındaki uğraşlarımdan hepinize merhabalar.
Elzem oldukça buraya yeni yeni uğramaya başlayanlara geçmişimizden söz etme fırsatı bulacağımız aşikar. Zira aslanlar gibi yüz altmış yedi farklı yayın söz konusu. O nedenle şimdilik girizgaha son verelim ve yeni formatımızdan söz edelim.
Onca vakit sonra geri dönüp bu sefer asla bırakmayacağım demek yeterince cüretkar değilmiş gibi bir de bu uzun soluklu dengesiz arayı yepyeni bir formatla sonlandırıyoruz efenim.
Hayatta çoğu zaman yolda olmayı varmaktan daha fazla sevdim. Sanki süreç, bitişten daha evlaymış gibi geldiğinden dolayı da kendimi bildim bileli bir yolculukta oldum. Peki ya varsaydım, varabilseydim, varabilir miydim, ya varamasaydım, peki ya hiç varamayacaksam?
Hani sadece bu sorgulamalardan dahi yola çıkarak, bak yine bir yola çıkıldı, bir varsayımda bulunmak elbette mümkün. Ancak pek tabi her şahsın muhtevası kendine özgü olduğundan bendeniz bu varma problemlerini çözsem nasıl yorumlardım acaba sorusu üzerine 'Varıyorum' dedim. Bir yarısı yolda olmayı ve diğer yarısı da yolu ve beraberindekileri izahı içersin istediğim formatımla selam duruyorum ve şimdi ise bu konseptimin ilk bölümü için sizleri Aşiyan'a götürüyorum.
Kıymetli dostlar, Aşiyan kelimesi dilimize Farsçadan geçmiş bir kelime. Esasen yuva hatta kuş yuvası anlamına geliyor. Hatta öyle ki Farsi kaynaklara göre bu aşiyan sözcüğü dinmek, durmak, istirahat etmek anlamlarına gelen şyāti fiilinden türetilmiş. Zaten söz konusu yere gidildiğinde de aslında bu manaya ne kadar haiz olduğu açıkça görülecektir.
Hikayemizin esas adamı Tevfik Fikret, 1867 yılının Aralık ayında İstanbul'da başlayan hayatının ilk ağır darbesini 1879 yılında hac ziyaretine giden annesi Hacı Hatice Refia Hanım'ın dönüş yolunda kolera hastalığından sebep vefatıyla alır. Henüz 12 yaşında iken öksüz kalan Fikret'in babası Hüseyin Efendi ise Devlet-i Aliyye'yi temsilen vazife ifa ettiği yıllarda saraya jurnal edildiğinden yani hakkında kötüleyici haberlerden söz edilmekle dönemin yetkililerine yaranılmaya çalışıldığından Nablus, Akka ve Antep'e sürgüne gönderilir. Bu nedenle Tevfik Fikret'in kendisinin ve kız kardeşi Sıdıka'nın bakımını da anneannesi ve büyük yengesi üstlenir.
Vakit olarak 1900'lü yılların başına gelindiğinde ise Tevfik Fikret'in endişe duyduğu baskıcı yönetim hem Servet-i Fünûn'un kapanmasına sebebiyet vermiş ve hem de şairin arkadaşlarını sürgüne göndermiştir. Üzerine 1902'de kız kardeşi Sıdıka'nın ve 1905 yılında ise hiç dönemediği sürgünlerde toplam 19 yılını geçirip Antep'te yaşama veda eden babasının ölümüyle yıkılan Tevfik Fikret o dönem Robert Kolejinin yakınlarında Rumeli Hisarı sırtlarında artık kendisi için millet, din, tarih, kahramanlık gibi kavramların o veya bu sebeplerle anlamsızlaşmaya başladığı bir vakitte şahsını toplumdan ayrıştırıp memleketin ahvalini uzaktan seyrederken eserler üretebileceği ve bahçesine gömülmeyi vasiyet ettiği bu yapıyı çizer. Bitirdiği çizimler sonrası 1905 yılında inşasını da tamamlattırdığı bu eve ise Aşiyan ismini verir Tevfik Fikret.
Bu eve özellikle Aşiyan denilmesinin sebeplerinden birinin de yaşamı süresince gerçek bir yuvanın sıcaklığını hissedemeyen, annesi ve babası ile birlikte büyüyemeyen, üstelik ülke namına yararlı olabileceğine inandığı işler için ter dökse de bazı şer odakları tarafından yerilen ve yaşananlara sağlığını bozacak kadar üzülmekle içerleyen şairin hasreti olduğunu düşünüyorum.
Söz konusu ev şimdilerde müze olarak hizmet veriyor ve Bebek Sahili ile Boğaziçi Üniversitesinin arasında adını verdiği Aşiyan yokuşunda yer alıyor. Muhterem şairin vefatı sonrası evinin hemen sol aşağı kısmında bulunan asri kabristana da Aşiyan Mezarlığı adı veriliyor. Laf aramızda asri sözcüğü de dilimize Arapçadan katılıp asır kelimesinden türemiştir. Sözcük anlamı yeni, çağdaş olarak anılan asri; söz konusu mezarlıklar olduğunda ölen kimsenin dinine bakılmaksızın herkesin gömülebilmesine ve hatta kimsesizler ile şehitlerin de yer alabildiği garipler bölümüne sahip mezarlıklardan sayılmasına olanak tanıyor.
Bahse konu mekana gittiğinizde gezmeye önce evden başlayıp sonrasında kabristana gitmenizi şahsen tavsiye ediyorum. Zira yaşamda da doğum önce ve ölüm sonra olduğundan sırayı bozmamakta yarar vardır gibi geliyor. Ve fakat her iki mekanın da sahip olduğu manzarasını gördüğünüz zaman bir süreliğine kal gelmesini garanti ediyorum.
İmparatorlukları, savaşları, acıları, mutlulukları, kederleri, ağlamaları, kavuşmaları ve dahası nice ayrılıkları çehresinde barındıran ciddi, somurtkan ve hatta ketum dahi denebilecek ancak içi pamuk gibi olan o duygusal aile babası formundaki belki de karmaşasından aciz İstanbul'u sırasıyla bakmak, izlemek ve görmek için öylesine muhteşem bir yer ki Aşiyan klişedir fakat hakikaten kelimelerle anlatılmaz yaşanır.
Bendeniz her ne kadar hantal bedenim hasebiyle Tevfik Fikret'in evini görmek üzere arşınladığım yokuş nefesimi kestiğinde üstüne bir de çıkmam gereken merdivenleri görünce ufak çaplı bir kalp sıkışması yaşasam da vakitlice Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün de aynı yoldan yürüyerek Tevfik Fikret'i ziyaret ettiği ve ölümünden sonra da gelenekselleşmiş biçimde mevzu bahis evinde yapılan anmalara katıldığı gerçeğini ve o evde gerçekleşen edebi faaliyetleri düşündükçe güç buldum.
Öyle ki evin üst katında bulunan ve şairin yatak odasından gözüken o muntazam manzara sizi yalnızca içine almakla kalmıyor sanki koca bir şehre hükümdarlık ediyormuşsunuz gibi güçlü yahut artık gücünüz yalnızca olanları seyre yetiyormuş gibi çaresiz hissettirebiliyor. Zaten bizi biz yapan farklılıklar da burada başlıyor.
Parmak uçlarınızda gıcırdayan tarih ve dibine kadar gerçeklikle kuşanmış bu müze şüphesiz emeği geçenlere bir minnet duymayı da beraberinde getiriyor. Öyle ki şaire ve aile hayatına dair bir çok detayı içerisinde barındıran yapı dönemin önde gelen isimlerinin kıymetli bağışlarıyla da zenginleştirilerek günümüze kadar getirilmiş ve sadece bahçesinde yapılacak spontane bir yürüyüş ile dahi kafadaki bir çok soru işaretini çözümleyebilmek neredeyse mümkün.
Esasen evi bir noktada anlayabiliyoruz ancak bana göre şehrin belki de en güzel yerlerinden birine kabristan yapma fikrini uzun uzadıya konuşmak hatta belki tartışmak dahi gerekebilir. Bunda da muhtemelen insanımızın şehrin en güzel ve en ferah yerini kendisi için ebedi bir istirahatgaha dönüştürme alışkanlığı söz konusudur diye düşünüyorum. Çünkü Aşiyan Mezarlığı Attila İlhan, Tezer Özlü, Orhan Veli, Turgut Uyar, Edip Cansever ve dahası isimlere ev sahipliği yapmasının yanı sıra yedi tepeli şehri gözler önüne seren deniz manzarasıyla da kentin en şık lokasyonlarından biri.
Hatta yol bizi bazen kendi girdabına katıp fani hırslardan divane eylediğinde varılacak bir yer olduğunu hatırlamak için, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışırken yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalışmak gerektiğini unutmamak için, yaradılışı ve gayesini idrak ile bunu ömre tatbik etme meselesini halledebilmek için kısacası samimi manada tefekkür ve tahayyül için bence Aşiyan Mezarlığı biçilmiş kaftan.
Şayet cesaretinizi toplayıp orada akşam etmeyi isterseniz inceden inceye azalan sesler ile ağaçlardan çok az gözüken gökyüzü ve hele bir de yağmur çiseliyorsa koku reseptörlerinizi gıdıklayan o toprak ve çiçekler ile neredeyse tüm kaygılarımızın boşa olduğu, hakkından azına sorgusuz razı olup boyun eğmekten değil ama huzur için de şükür gerektiği, ancak tamahkar ve sade bir yaşamın tamamlanarak gitmiş hissettirebileceği konularında derinlikli mülahazalar gerçekleştirebilirsiniz.
Ara ara mezarlık gezmenin de varlığımızın bir kanıtı olan ölümü hatırlamakla ruha iyi geldiğine inandığımdan bu akşam kalemim Aşiyan Müzesi ve Mezarlığı için hizmet vermekteydi.
Muhakkak ki daha konuşacak çok şeyimiz var ve Tevfik Fikret'in bizzatihi hayatı ile Aşiyan'ın hikayesinden başkaca bir yayında daha da derinlemesine söz etmek gerekir ancak sizler o vakte dek varsa cildinizdeki yağ filamentlerinizden ve komedonlarınızdan kurtulmaya bakmak gibi ufak tefek şeyleri çözedurun. Ben ise daha geniş bir vakitte bu yeni formatın anlatı işini üretim ve deneyim ile zenginleştiriyor olacağım.
Epeydir buralarda olmamaktan kaynaklı bir kuple özleşmişiz, lafı uzun tutup başları şişirmiş olabiliriz ancak buraya kadar gelen kıymetli okurların da yapıcı eleştirilerine daima açığız. Uzun zamandır görmediğim bir dostuma ayrı kaldığımız süre boyunca yaşanan her şeyi bütün detaylarıyla anlatmak istememden ötürü ne söylesem eksik kalacağı için bu haftalık müsaade istiyorum. Dilerim bundan sonra her hafta buradayız. Hatamız varsa affola.
Sizlere evinizin balkonunda, başınızı yasladığınız otobüs camında yahut vücudunuzun tamamını kapladığınız yorganınızın altında dinlerken uzaklara dalıp mana arayışlarına girişeceğiniz bir tavsiye şarkısı ile veda ederken hayattaki tek korkunuzun Kunut dualarını eksik okumak ya da havuz problemlerini yanlış çözmek olması ümidiyle, hoşça kalın...
Semiramis Pekkan - Bana Yalan Söylediler (Plak Kaydı)
tilki döner dolaşır kürkçü dükkanına geri döner misali, hoş bulduk.
YanıtlaSilhoş meşgale , teşekkürler
YanıtlaSil